DOĞUMDAN SONRA OLUŞMUŞ LEKELER İÇİN: SUNA DUMANKAYA

Doğum sonrası cildinizka meydana gelen lekelerin giderilmesi için.

- 250 gr. çiğ süt
- 250 gr. alkolü

Yukarıda yazılı eşit miktarlardaki malzemeyi karıştırıp hergün yüzünüzü silin. Lekelerinizin kısa bir süre sonra yok olduğunu göreceksiniz.

CİLTTEKİ KAHVERENGİ LEKELER İÇİN ÖNERİLER: SUNA DUMANKAYA

Zamanla yüzde oluşan ve özellikle güneşten kaynaklanan lekeleri gidermek için.

- 1 tatlı kaşığı yoğurt
- 1 çay kaşığı kabartma tozu

Bu iki malzemeyi karıştırın ve cildinize sürün. bu karışımı cilt emeceğinden bir süre sonra cildinizde kalmayacağından her 15 dakikada bir yeniden aynı karışımdan sürün. 1 saat beklettikten sonra ovrarak çıkartın ve yüzünüzü yıkayın.
Bu maskeyi haftada bir kereden fazla uygulamayın. ciltte tahrişe neden olabilir. Dışarı çıkarken de (yazın ve kışın) mutlaka cildinize en az 25 faktör korumalı krem sürerek çıkın.

DİZ,KOL VE DİRSEKLERDEKİ SİYAHLIKLARI GİDERMEK İÇİN: SUNA DUMANKAYA

- 1 kapak hindistan cevizi yağı
- 1 kapak limon yağı
- 1 kapak portakal yağı
- 1 kapak greyfurt yağı
- 1 kapak limon suyu
- 1 çorba kaşığı bebe pudrası
- 1 tane E vitamini(eczaneden temin edebilirsiniz)

Yukaridaki malzemelerin hepsini bir kabın içinde karıştırın. Bu karışımı siyahlıkların oluştuğu diz ve dirseklere sürmeden önce, bu bölgelere mısır unu, kil ve kremden hazırlayacağınız boza kıvamındaki pleengle ovun ve ölü deriyi atın daha sonra hazırlamış olduğunuz diğer yağlı karışımdan sürün ve cildinize yedirin.
Hazırlamış olduğunuz bu karışımı ellerinizede sürebilirsiniz. Ellerinizin yumuşamasını sağalar.

KARMA CİLTLER İÇİN BAKIM ÖNERİLERİ : SUNA DUMANKAYA

İki adet salatalığı rendeleyin ve 500 gr. sütün içinde biraz pişirin. Bu karışımı eze eze süzgeçten geçirerek süzün.(salatalığın özünün çıkması için iyice ezin) içine bir tatlı kaşığı badem yağı ilave ederek cildinizi hergün bu karışımla silin.

GÖZ ÇEVRESİ KIRIŞIKLIĞINA KARŞI ELMA SUYU MASKESİ : SUNA DUMANKAYA

Eşit miktarlarda elma suyu ve buğday özü yağını karıştırıp, cildinize sürün.

Havuç suyu ve yaş mayadan birer çay kaşığı karıştırıp bunu da cildinize sürün. Bu iki farklı karışımı dönüşümlü olarak kullanmaya özen gösterin.
Avucunuzun içine bir tatlı kaşığı bal koyup elinizi yüzünüze bastırıp çekin. Bunu 5 kez tekrarlayın.

HAMİLELİK SIRASINDA KARIN ÇATLAKLARININ OLUŞMAMASI İÇİN : SUNA DUMANKAYA

Oluşmuş çatlakların tedavisi güç ve kesin olmadığından, çatlaklar oluşmadan önlem almak gerekir.Hamileliğin başlarından itibaren bu uygulamayı yaparsanız, karın çatlaklarını önlemiş olursunuz.
Hepsinden eşit miktarda olmak üzere;
- Tatlı Badem Yağı
- çilek yağı
- Limon suyu

Eşit miktarda bu malzemelrden bir kabın içine koyun ve karıştırın. Hamilelik sırasında çatlak oluşmaması için günlük olarak karnınıza sürün.

SİYAH NOKTA VE GÖZENEKLER : SUNA DUMANKAYA

Belirginleşen gözenekler ve siyah noktalara karşı Suna DUMANKAYA' dan Sihirli Formüller
Cildim karma, gözenekler çok belirgin. Ne yapmam gerekir? Teşekkürler.

Yüzünüz için defne sabunu kullanabilirsiniz. Yarım litre kaynamış suya birer tutam ebegümeci, nane ve bir kaç gül yaprağı atın. Bunlar çay gibi demlensin. Sürdükten sonra her gün cildinizi bu doğal tonikle silin.

Suna hanım, burnumda çok fazla siyah nokta var. Onlardan nasıl kurtulabilirim?Siyah Noktalardan Kurtulmak İçin MaskeSiyah noktalar cilt tipinizin yağlıya dönük karma olduğunu gösterir. Haftada bir peeling yapmalısınız.

Birer çorba kaşığı yulaf unu, kil, su ve kremi karıştırıp cildinize sürün, 5 dakika sonra ovarak çıkarın.

Yanaklarımda yağ bezeleri var ne önerirsiniz? Gözenekleri sıkılaştırmak için ne yapılmalı?

Yağ bezeleri için doktora gitmeli, özellikle kolestrol tahlili yaptırmalısınız. İyi bir uzmana cildinizi temizletin.
Ayrıca size şu formülü uygulamanızı öneririm:

1 adet salatalık suyu,
1 adet yumurta akı,
1 tatlı kaşığı krema.
Yumurta akı köpürene dek iyice çırpılıp içine salatalık suyu ve krema da eklendikten sonra bu karışım temiz cilde sürülür ve 20 dakika bekletilir ve suyla yıkanır. Haftada bir defa yapılmalı ve tekrarlanmalıdır.

Gebelikte Sağlıklı Beslenme İpuçları

Annenin gebelik boyunca yeterli ve dengeli beslenmesi gereklidir. Tüm gebelik boyunca alınması gereken kilo 11-13 kg.dır. Bunun üzerinde alınacak kilolar doğum ve loğusalıktan sonra size gebeliğinizin hediyesi olarak kalacaktır. Gebe olan ile olmayan kadınlar arasındaki kalori gereksinimi farkı sadece 300 kaloridir ve bu her öğünde 1-2 kaşık fazla yenilerek karşılanabilecek bir farktır. Gebelikte ilk üç ayda 0,5-1 kg, sonraki aylarda ise ortalama 1.5-2.0 kg, ağırlık kazanması uygundur. Eğer, dengeli ve yeterli beslenme alışkanlığı edinilirse zaten gebelikte alınması gereken kilolar düzenli olarak alınır.

Gebelikte alınan kiloların ancak üçte biri yağ dokusundaki artışa bağlıdır. Tabloda ideal kilo alan bir gebede alınan kiloların yaklaşık dağılımı gözlenmektedir. Alınan kiloların yaklaşık 6 kilosu bebeğin doğumuyla birlikte kaybedilir. Su kaybı da buna eklendikten sonra ilk hafta sonunda yaklaşık 8 kilo kaybedilir.Gebelik boyunca 12,5 kg alan bir kadın doğumdan 2 hafta sonra gebelik öncesi kilosuna göre yaklaşık 4-4,5 kg daha fazladır. Daha sonra doğum sonrası 6. aya kadar 2,5 kg daha verilir. Gebelikte alınan kilo önerilenden ne kadar fazla ise gebeliğin hediyesi olan kilolar o kadar fazla alacaktır.

Gebelikte beslenmenin önemli prensiplerinden birisi günlük öğün alışkanlığının yeniden düzenlenmesidir. Üç temel ve 2 ve hatta gerekirse 3 ara öğün gebelikte önerilmektedir. Bu yaklaşım gebeliğin erken döneminde bulantı ve kusma şikayetlerinin daha az görülmesine yardımcı olur. Öğünlerin 3 öğünde tıka basa yemek yerine bu şekilde ara öğünlerle desteklenerek bölünmesi ilerleyen gebelik haftalarında ise mide yanması gibi şikayetleri azaltır. Gebelik öncesine göre ek olarak günlük 20 gr. protein, 15-20 mg. demir, 500 mg. kalsiyum ve ortalama 300 kalorilik enerji alınması gereklidir.

Hamileliğinizin son döneminde vücudunuz normalden çok daha fazla yorulacaktır, ve ihtiyacınız olan enerjiyi size karbonhidratlar sağlayacaktır. Ekmek ve tahıllar karbonhidrat açısından zengin besinlerdir. Vücuda enerji vermenin yanısıra, B vitamini, demir ve folik asit açısından da zengindirler. Buğday ekmeği, bulgur ve kepekli yiyecekler de zengin lif kaynaklarıdır. Bu yüzden bu yiyecekleri masanızdan eksik etmemelisiniz.

Gebelikte yaptırılması gereken testler

Gebelikte yaptırılması gereken testler
Unutmayın; hamilelikte ilk doktor ziyaretine gebe kaldıktan sonra gitmek yeterli değildir. Sağlıklı bir gebelik dönemi geçirmek, rahat bir doğum yapabilmek ve sağlıklı bir çocuk sahibi olabilmek için hamile kalmaya karar verildiğinde en az 3 ay öncesinde doktorla görüşmek önemlidir.

“Muayenenin ilk aşaması görüşmedir” diyor Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Sağlığı uzmanlar… Bu görüşmede yaş, meslek, kaçıncı evlilik olduğu gibi bazı bilgiler öncelikle alınır. Daha sonra kalp hastalığı, diyabet, karaciğer hastalığı, böbrek hastalığı, tiroid hastalıkları gibi sistemik hastalıklar olup olmadığı sorgulanır. Jinekolojik ve gebelik öyküsü ayrı ayrı incelenir. Bu ilk görüşmede, hem anne hem de baba adayının aile geçmişleri sorgulanır, genetik geçiş gösteren herhangi bir anomali ya da hastalığın olup olmadığı araştırılır ve böyle bir durum varlığında genetik biriminden danışmanlık almanız önerilir. Öykü sonrası genel fizik muayene ve jinekolojik muayene yapılır. Son 1 yıl içinde pap-smear testi yapılmadı ise pap-smear testi yapılır. Pelvik organların durumuna bakılır. Muayenede ayrıca boy, kilo ve kan basıncı tespiti yapılır.

Bilinen herhangi bir hastalığı olmayan kadınlarda gebelik öncesi rutin testler

* Tam kan sayımı
* Tam idrar tetkiki
* Anne ve babanın kan grupları
* Toksoplazma ile ilgili testler
* Rubella (kızamıkçık) ile ilgili testler
* Hepatit B ile ilgili testler
* Açlık kan şekeri
* Kromozom incelemeleri (akraba evliliği yapmış olanların ve genetik hastalığı düşündüren sakatlıklara sahip bebek doğurmuş olanların yaptırması önerilir)
* Sistemik bir hastalık varlığında ise ilgili branş hekiminden konsültasyon istenir ve birlikte takip ve tedavi edilir.

Gebelikte yapılan kan tetkikleri

* Tam kan sayımı ve kan grubu tayini
* Tam idrar tahlili ve idrar kültürü
* Açlık kan sekeri
* HBs Ag (sarılık taşıyıcılığını gösterir)
* HIV testi
* Sifiliz (VDRL) (Frengi olarak bilinen, cinsel yolla bulasan bir hastalıktır)
* TORCH (Toksoplazma, su çiçeği, kızıl, kabakulak, bel soğukluğu gibi hastalıklar, Sitomegalovirüs, Herpes simpleks tip 2 bakılabilir)
* Şeker yükleme testi (50 gram glukoz ile 24 - 28. gebelik haftasında)
* Indirekt Coombs testi (Rh uygunsuzluğu olan çiftlerde)
* Tiroid fonksiyon testleri

Ultrasonografi

* Bebeğin ve plasentanın tam görünüşü elde edilir. Ultrasonografi hem anne hem de bebek için güvenli kabul edilmektedir. Ne için yapıldığını bilmek isterseniz:
* Bebeğin boyutunu ve gebelik haftasını tespit etmek
* Bebeğin ve plasentanın konumunu belirlemek
* Bebek ve plasentadaki fiziksel sorunları kontrol etmek
* Çoğul gebelikleri tespit etmek
* Diğer tanısal testler yardımcı olmak

Bunların dışında bebekte bir problem varlığını ve riskini araştırmak için

* 11-14. gebelik haftası arasında ultrasonografi ile ense plisi ölçümü ve ikili tarama test
* 16-18. gebelik haftası arasında Alfa Feta Protein testi
* 20-24. gebelik haftasında ultrasonografik fetal anomali araştırması ve fetal biyometri (2. düzey ultrasonografi) yapılır.
* Yapılan ikili veya üçlü test sonuçları pozitif (riskli olan) tespit edildiğinde, anne yaşı 35 üzerinde olduğunda, daha önceki gebelikte genetik hastalık, Down sendromlu bebeği olanlarda girişimsel testlere başvurulması ve karyotip analizi yapmak gerekebilir.
* CVS (Koriyon Villus Sampling) (10-12. gebelik haftasında yapılır, erken dönemde sonuç verir. Yüzde 1-3 oranında bebeği kaybetme riski vardır)
* Amniosentez (ideal olarak 16 – 18. gebelik haftası arasında yapılır, bebeğin içinde bulunduğu sıvıdan bir iğne yardımıyla sıvı alma işlemidir ve yaklaşık yüzde 1 düşük riski mevcuttur.)

Kadınlarda cinsel işlev bozukluğu-Ahmet Maranki

Her üç kadından birinde görülen cinsel isteksizlik, cinsel arzunun azalması ya da tümüyle ortadan kalkması anlamına gelir. Ancak şunu iyi bilmek gerekir: Bir kadında cinsel ilişkiye karşı istek olmasa da sevişme erkek tarafından başlatıldığında kadın uyarılabilir ve orgazm da olabilir. Bu nedenle arzu azalması ile uyarılma ve orgazm bozukluğu ayrımını yapmak gerekir.

Evlilik çatışmaları cinselliğin düşmanı
Cinsel isteksizlik, sıklıkla normal bir cinsel yaşamı takiben erişkinlikte ortaya çıkar. Hastalığın ileri durumlarında kadın kendini tümüyle her türlü cinsel içerikli eylemden uzaklaştırarak kendi içine kapanabilir. Cinsel arzu bozuklukları en çok evlilik çatışmaları ve eşler arası uyumsuzluğa bağlı olarak meydana gelir. İş stresi, kişisel stres, aile içinde hasta bir bireyin varlığı, maddi problemler, çocuğu olanlarda çocukla ilgili problemler de isteksizliğin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. İlaç kullanımı, hastalık, depresyon, stres, uyuşturucu kullanımı, yaşlanma ve hormonal değişiklikler de cinsel arzunun azalmasına neden olan diğer durumlardır. Menopoz, doğum sonrası dikiş yerlerinin iyileşmesi ya da diğer nedenlere bağlı olarak ilişki esnasında ağrı oluşması uzun süre devam ettiğinde, cinsel arzunun azalmasına neden olabilir.

Hamile kalma korkusu isteksizlik yaratabilir
Dini inançlar, obsesif kompulsif kişilik bozuklukları, maskalenmiş farklı cinsel eğilimler, hamile kalmaktan ve cinsel yolla bulaşan hastalık kapmaktan aşırı korkma, gizli kalmış (bilinçdışı) homoseksüellik, kendine güvensizlik, başarısızlık korkusu, insanlarla yakınlık kuramama, cinsellikten suçluluk duyma, çocuklukta ya da daha sonra cinsel tacize uğramış olma, kontrolü kaybetme korkusu nedeniyle baskılama, daha çok uyarılma ve orgazm bozukluğuna neden olmakla beraber, cinsel arzunun azalmasına da yol açabilir. Gebeliğin ilk üç ayı ile son üç ayı da isteğin fizyolojik olarak azaldığı bir dönemdir.

Cinsel isteksizlik nasıl giderilir?
Cinsel isteksizlik, normal seyrinde süren bir seks hayatında da karşılaşılabilecek bir sorun. Bir gün ya da bir hafta sürmesi normal algılanabilirken, üç ay süreyle cinsel isteksizlik yaşanması, bunun ciddi bir sorun olduğu anlamına gelir. Cinsel isteksizlik tedavisi en zor cinsel işlev bozukluğudur. Bazen ilaç tedavisi uygulansa da bunlar genellikle deneysel çözümlerdir. En doğru tedavi psikolojik olarak uzman desteği ile gerçekleşir. Tabii tedavide eşlerin birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmayı becerebilmeleri de önemli. Öyle ki iyi bir cinsellik için siz eşinizden ne istediğinizi ona söyleyebilmeli, eşinizin de sizden istediklerini açıkça ifade etmesine izin vermelisiniz.

Ahmet Maranki - Karında şişkinlik ve yağlanma

Pantolonlarınızın içinde sıkışmaktan, ancak birkaç düğmeyi açınca rahat bir nefes alabilmekten sıkıldınız mı? O zaman kolayca şişen, yağ tutabilen, yumuşamaya oldukça müsait olan ‘hassas’ karın bölgemizi nasıl daha ince ve sıkı hale getirebileceğimize bakalım…

ŞİŞMEYİ ENGELLEYİN
Sindirim sistemin barınağı olan karından sindirimle ilgili herhangi bir problemin işaretini alabilmemiz mümkün. Mayalanma, gazlı içecekler, yemek yerken yutulan havalar, kabızlık, stres gibi birçok etken hem ağrılara hem de karnın şişkinliğine neden olur. Alacağımız birkaç önlemle bu şişkinlikleri önlememiz mümkün…

Yemek yerken acele etmeyin
Alelacele yenmiş ağır bir yemek veya toplantı öncesi hızla yutulmuş bir sandviç, karnınızı şişirmekten ve karnınızın bolca havayla dolmasından başka bir işe yaramayacaktır. Dolayısıyla öncelikle yemek yerken sakim olmanız gerektiğini unutmayın. Bir öğünü bitirmeniz yaklaşık yarım saati bulsun, her lokmanızı iyice çiğneyin.

Liflerin dozunu ayarlayın
Tam tahıllı besinlerden, meyve ve sebzelerden alabileceğiniz liflerin günde 25 – 30 gram arasında değişmesine özen gösterin. Çünkü bu dozda lif bağırsakların çalışmasını sağladığından, iyi bir sindirim için şarttır. Böylece karında şişlikler de oluşmamış olur.

Et ve sebze tüketin
Sebzeler iyi sindirildiğinden ve hazmı kolaylaştırdığından karın şişkinliğini önlemek için ideal besinlerdendir. Kuru sebzelerin yanı sıra, et, balık ve yumurta gibi gıdalar da enerjiye dönüştükleri için midedeki hacmi artırırlar.

Tuzu ölçülü kullanın
Tuzun şişirici etkisini çoğumuz biliriz; çünkü vücuttaki su miktarını tuz fazlasıyla belirler. Dolayısıyla tuz yerine taze otlar ve limonları yemeklerimizde tercih etmek karnımızdaki şişkinlik seviyesini azaltmaya yardımcı olacaktır.

Doğru nefes alıp verin
Doğru bir şekilde nefes alıp vermek vücudumuzdan toksinlerin atılmasına yardımcı olacaktır. Dolayısıyla gün içerisinde mutlaka birkaç kez nefes egzersizi yapın. Yavaş yavaş aldığınız nefesi tüm vücudunuzda hissedin.

YAĞLANMAYI ÖNLEYİN
Çok fazla ve ağır yemek yendiğinde yağ vücudumuzda birikir ve o da şişkinliğe neden olur. Bu durumu önlemek için de dikkat edeceğimiz birkaç nokta var.

Hareket edin
Özellikle karın çevremizde biriken yağları önlemek için en etkili yöntem spor yapmak, hareket etmektir. Haftada 3 gün düzenli olarak egzersiz yapmaya ve 30 dakikadan fazla oturmuş pozisyonda olmamaya özen gösterirseniz yağları yakabilirsiniz.

Şekeri azaltın
Özellikle tatlılarda, şekerlerde ve sodalı içeceklerde bulunan şekerler, aynı rafine şekerler gibi kandaki insülin seviyesini artıracak ve vücutta yağ seviyesinin yükselmesine neden olacaktır. Dolayısıyla şekeri mümkün olduğunca hayatınızdan çıkarmanız gerekli.

Size göre olanı bulun
Kimi insanda yenilen yiyecekler nedeniyle yağlanma kalça kısmında, kimi insanda ise göbek kısmında oluşur. Siz de kendi anatominizi keşfedip ona göre bir egzersiz ve beslenme programı oluşturursanız uyguladıklarınız daha etkili olacaktır.

Kreminizi sürün
Bazı bölgesel zayıflama kremleri de etkili olmaktadır. İçeriğine ve doktor tavsiyesine göre kullanacağınız bakım kremleri bazen, uyguladığınız tüm beslenme ve spor programının daha etkili sonuç vermesine yardımcı olabilir.

Şarap, kadınlar için yararlı mı?

Her gün bir miktar şarap tüketiminin vücut için gerekli ve yararlı olduğu sıkça işlenen konular arasında. Bu konu hakkında yapılan araştırmalar özelleştirilerek devam etmektedir. Son zamanlarda yapılan bir çalışma ise kadınlar ve şaraplarla ilgili. Günlük olarak az bir miktar şarap tüketen kadınların damar sağlığı açısından diğer kadınlara göre önde olduğu bulundu.

İspanyol araştırmacılar, günlük iki kadeh şarap tüketen kadınların kanlarında çok daha az miktarda enflamatuar görüldü. Bulgulara göre kalbin korunması için özellikle kırmızı şarap çok önemli.

Yapılan çoğu çalışma, şarap içenlerin, hiçbir şekilde alkol kullanmayan insanlara karşın çok daha az oranda kalp hastalıklarına yakalandığını göstermektedir. Şarabın kalbi nasıl koruduğuna denk gelince:

Şarap içen kişilerin daha sağlıklı bir kalbe sahip olmaları tek başına şarap ile açıklanamaz. Genellikle bunu iyi rejimler, sıkı egzersizler, kalp sağlığı açısından yararlı diğer egzersizler de destekler.

Yapılan çalışmada daha çok şarabın enflamasyon üzerindeki potansiyel etkilerine odaklanılmıştır. Enflamasyon, vücudun yaralanmalara karşı verdiği temel bir tepkidir. Sigara içimi, yüksek kolestrol ve obezite gibi baskılara tepki olarak, kronik şekilde açığa çıktığı düşünülür.

Enflamasyonlar genellikle kanın damarlarda pıhtılaşmasına neden olur ve bu da kalp krizini tetikleyen başlıca nedenler arasında yer alır.

35 sağlıklı kadın üzerinde yapılan çalışmada kadınların her gün bir miktar şarap içmesi sağlandı. Her kadın, dört hafta boyunca kalp için sağlıklı rejimler yaptılar ve öğle-akşam yemeklerinde bir kadeh kırmızı şarap içtiler. Aynı model, beyaz şarap ile de denendi.

Çalışma sonucunda kadınların HDL seviyelerinin yükselmeye başladığı ve kanlarındaki enflamatuar değerlerinin arttığı gözlemlendi. Kırmızı şarap, beyaz şaraptan çok daha etkili çıktı.

Kırmızı şarabın en büyük faydası ise içindeki polifenollerin yüksek derecede olması olarak değerlendirilebilir. Polifenoller, antioksidanlar gibi hareket ederler ve enflamasyonun azalmasını sağlarlar.

Araştırma sonuçlarına göre kırmızı şarap tüketmeyen kadınların kalp krizi geçirme riski, günde iki kadeh tüketenlere göre üç kat daha fazladır. Yine de doktorlar uyarıyor, alkolün tetikleyebileceği hastalıkları olanlar veya alkole karşı savunmasız bir vücut yapısına sahip olan kişiler için bu tavsiyelerin göz önüne alınmamasına dikkat edilmelidir.

Meme Kanseri Hakkında Bilinen Doğrular ve Yanlışlar

Türkiye’de her 11-12 kadından birinde görülen meme kanseri, kadınların ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alıyor.Toplumda son yıllarda meme kanserine verilen önemin daha da arttığını, bunda sosyal bilinçlendirme kampanyalarının büyük önem taşıdığını ifade eden Acıbadem Maslak Hastanesi Meme Kliniği’nden Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Ertuğrul Gazioğlu, ancak kendilerine başvuran hastalarda hala bazı yaygın yanlışlara rastladıklarını belirtti.

Prof. Dr. Ertuğrul Gazioğlu toplum arasında yaygın olan 10 yanlış noktayı belirterek doğru bilgileri aktardı:

1. Bıçak (neşter) değerse kanser kötüleşmez.
Hastada mamografi ya da ultrason yöntemiyle büyük olasılıkla meme kanseri olduğunu tespit ettiğimizde, tümörün hemen ameliyatla alınması gerektiğini ve arkasından diğer tedavilere başlamamız gerektiğini söylüyoruz. Ancak bu durumla karşılaşan birçok hasta “Kansere neşter değerse daha kötü olmaz mı?” tepkisini veriyor. Bu çok yaygın; fakat çok yanlış bir tepki. Çünkü meme kanseri erken dönemde yakalanırsa hastalarda tam tedavi sağlama şansımız var. Bu tedavide de en önemli payı cerrahi müdahale alıyor; yani tümörün ameliyatla vücuttan uzaklaştırılması. Diğerler yöntemler ise yardımcı tedavilerdir. Gerekli olan vakalarda kemoterapi ve radyoterapi de büyük önem taşıyor. Ama cerrahi yapılmazsa diğer tedavilerin pek anlamı yok.

2. Ailenin geçmişinde meme kanseri varsa, hekime başvurmak için tümör oluşmasını beklememek gerekiyor.
50 yaşına gelmiş ve örneğin hem halasında hem babaannesinde meme kanseri olan bir hasta “Şimdi elime bir sertlik geliyor ve daha önce de bu konuyla ilgili hiç doktora gitmedim” diyerek hekime başvurabiliyor. Bu çok büyük bir hata. Meme kanserinde genetik miras büyük önem taşıyor. Özellikle birinci derece yakınlarda meme kanseri olması çok risk arttırıcı bir durumdur. Ailesinde meme kanserli akrabaları olan kadınların diğer kadınlara göre daha erken yaşlardan başlayarak ve daha sık aralıklarla meme kontrollerine gitmeleri gerekir.

3. Ailenin erkeklerinin de meme kanseri geçmişi hesaba katılmalı.
Hastalara ailelerinde daha önce meme kanserine rastlanıp rastlanmadığını soruyoruz. Ancak birçok hasta sadece ailenin kadın üyelerini hesaba katıyor. Hatta bazıları sırf anne tarafı akrabalarını gözden geçiriyor. Halbuki meme kanserinin genetik riskini ailenin anne ve baba tarafı eşit oranda artırıyor. Yani hastanın halasında meme kanseri olmasıyla teyzesinde olması aynı değerdedir.

4. Meme kanseri ameliyatlarında memenin tamamının alınması gerekmiyor.
Modern cerrahide artık meme kanseri ameliyatlarının çoğunda memenin tamamının alınması gerekmiyor. Ülkemizde bazı üniversite hastanelerinde, “Parsiyel Mastektomi” denilen, yani memenin sadece tümörlü bölümünün alınması işleminin tarihi neredeyse 30 yıla dayanıyor. Bu yaklaşım günümüzde gelişmiş tıp merkezlerinde standart tedavi olarak uygulanıyor. Tabii ki hala meme kanserinde memenin tamamının alınmasını gerektiren durumlar da var. Ancak hastaların dörtte üçünde memenin sadece tümörlü kısmı alınarak, ameliyatlar kozmetik bir kusur yaratılmadan gerçekleştirilebiliyor.

5. Her meme kanseri hastasında lenf bezlerinin tamamı alınmıyor.
8-10 sene öncesine kadar bir kadının bir memesinde kanser tespit edildiği zaman ameliyat sırasında o memenin bulunduğu taraftaki koltukaltı lenf bezlerinin de temizlenmesi gerekiyordu. Ancak hastaların yaklaşık yarısında, patolojik inceleme sonunda, çıkarılan lenf bezlerinin hiç birinin kanser tarafından tutulmamış olduğu anlaşılıyordu. Bir başka ifadeyle, bu hastalarda boşuna koltukaltı lenf bezleri çıkarılmış oluyordu. Oysa günümüzde “Sentinel Lenf Nodülü Biyopsisi” adını verdiğimiz bir yöntemle, boya veya radyoizotopla işaretlemek suretiyle koltukaltı lenf bezlerinden örnekleme yapılıyor. Örnekleme yapılan 1-2 lenf bezinde tümör hücresi yoksa diğer lenfleri çıkarılmıyor. Bu yöntem sayesinde, koltukaltında tutulma olmayan hastalar gereksiz bir işlemden korunmuş oluyor. Böylece meme kanseri hastaları, korkulu rüyaları olan kol şişmesi, kolda güç ve his kaybı gibi komplikasyonlardan kurtulmuş oluyorlar. Kanserin koltukaltına da atladığının belirlendiği hastalarda ise koltukaltı lenf bezlerini temizlemek gerekiyor.

6. Genetik test herkese uygulanmıyor.
• Ailesinde erkek akrabaları dahil iki veya daha fazla birinci derecede akraba kişide meme kanseri görülmüş olanlar,
• İki kişiden fazla birinci derecede akrabasında meme kanseri ve yumurtalık kanseri olanlar,
• Ailesinde genç yaşta (menopoz öncesi) meme kanseri ya da yumurtalık kanseri hastaları olanlar
• Ailesinde 2 memesinde birden meme kanserine yakalanmış birinci dercede akrabaları olanlar
meme kanseri için genetik risk altında kabul edilirler.
Bu tür hastalar için kullanılan BRCA1 ve BRCA2 adı verilen meme kanseri genetik testleri öneriliyor. Bu testlerin biri ya da ikisinin pozitif çıkması bu hastaların hayatlarının bir döneminde yüzde 85’lere varan oranlarda meme kanserine yakalanacaklarına işaret ediyor. Bu kişilerde yumurtalık kanserine yakalanma oranı da % 40 gibi yüksek düzeylerdedir. Ancak bunlar sadece küçük bir grup hastaya uygulanabilecek testler. Yani bir hastanın gen testi adayı olabilmesi için genetik risk grubuna gerçekten dahil olması gerekiyor. Oysa, böyle bir testin varlığını çeşitli yollardan öğrenen birçok kadın bu testi yaptırmak için hekimlere başvuruyor. Ancak bu test hem pahalı bir testtir hem de testin sonuçları ile her hasta başa çıkamayabilir. Çünkü bu test pozitif çıkarsa seçeneklerden bir tanesi iki meme dokusunun da daha kanser çıkmadan alınıp yerine protez konulması. Bir diğer yöntem ise koruyucu ilaçlar verilmesi ve hastanın yakından izlemesi. Bunlar yerine getirilmeyecekse testin yapılmasının bir anlamı olmayacaktır. Özetle, hastanın bu testleri yaptırmadan önce psikolojik olarak olası sonuçlarına ve gereğini yapmaya hazır olması gerekir.

7. Meme kanseri erkeklerde daha ölümcül değildir.
Her ne kadar yaygın bilinçlendirme çalışmaları yapılsa da, toplumda erkeklerde meme kanseri görülmediğine dair yaygın bir kanı var. Bu yüzden erkekler memelerinde ellerine bir sertlik, kitle geldiğinde veya bir yara oluştuğunda akıllarına meme kanserini hiç getirmiyorlar ve uzun süre hekime başvurmuyorlar. Geciktikçe hastalık ilerliyor, artık doktora gitmek kaçınılmaz hale geldiğinde de zaten kanser vücuda yayılmış oluyor; tedavide başarı ihtimali çok düşüyor. Bu durum sanki erkeklerde meme kanserinin kadınlarda olduğundan çok daha öldürücü olduğu gibi bir izlenim oluşturuyor. Oysa ki erkekteki meme kanserinin tıbbi olarak daha kötü seyrettiğine dair bilimsel bir bilgi bulunmuyor. Erkeklerdeki meme kanseri biyolojik olarak farklı bir tümör değildir ve erken teşhis edildiğinde erkeklerde de tam iyileşme sağlanabilir.

8. Meme kanseri ve yumurtalık kanserinin ortak noktaları bulunuyor.
Hem yumurtalık kanserinde hem de meme kanserinde kadınlık hormonu olarak bilinen östrojen etkileri var. Genetik olarak bir hastanın ailesinde meme kanserli hasta sayısı fazla olduğunda meme kanser riski arttığı gibi, aynı şekilde ailede yumurtalık kanserli hastanın çok olması da hem yumurtalık hem de meme kanserine yakalanma riskini artırıyor. Yine BRCA1 ve BRCA2 testi pozitif ise yüzde 40 ihtimalle yumurtalık kanseri olma riski vardır. Bu sebeple BRCA1 veya BRCA2 pozitif çıkan hastalarda meme dokusunun hasta olmadan önce alınması ve bazı hastalarda buna ek olarak yumurtalıkların da çıkarılması önerilir.

9. Bilinen risk etkenlerine sahip olmayan kadınlar da meme kanserine yakalanabilirler.
Bazı istatistiki çalışmalara göre:
• Hiç çocuk sahibi olmamışlara oranla, çocuk doğurmuş olanlarda meme kanseri riski daha düşüktür.
• Genç yaşta doğum yapmışlara oranla, ilerleyen yaşlarda doğum yapmışlarda meme kanseri riski daha yüksektir.
• Emzirenlerde emzirmeyenlere oranla meme kanseri riski daha azdır.
Ancak bu etkenler meme kanseri riskini küçük oranlarda değiştirirler. Meme kanserine yakalanan hastaların üçte ikisi bilinen meme kanseri risklerini taşımayan kadınlardır. Bilinen risk faktörlerinin kendilerinde olmadığını düşünerek meme muayenelerini ve mamografilerini aksatan kadınlar daha büyük risk altındadırlar. Hiçbir risk faktörü taşımasalar da bütün kadınların 40 yaşından başlamak üzere yılda bir kez bir genel cerraha muayene olmaları ve tarama mamografi çektirmeleri şarttır.

10. Kanserin tedavisi kadar memenin estetiği de büyük önem taşıyor.
Meme kanseri ameliyatlarında her ne kadar memenin bir parçası alınsa da kalan dokunun mutlaka kozmetik olarak kabul edilebilir bir düzeyde olmasına gayret ediyoruz. Bütün meme ameliyatlarında dokuda bir çökme, estetik bozukluk olmaması mutlaka onarım yapıyoruz. Bazen, tümörün çıkarılmasından çok onarmak için vakit harcanıyor. Ancak bazı işlemlerde plastik cerrahi uzmanı meslektaşlarımızın işbirliği gerekiyor. Örneğin, cildin korunarak meme dokusunun tamamının çıkarılıp yerine protez konulan vakalarda plastik cerrahlarla birlikte çalışılıyor.

Memesinin tamamı önceden alınmış hastalarda yeni meme oluşturulması da mümkün. Yeni meme ya “implant” denilen protezlerle oluşturuluyor ya da hastanın kendi dokularıyla yani karındaki ya da sırttaki bazı dokuların kullanılmasıyla gerçekleştiriliyor. Burada temel amaç, hastanın meme kanserinden dolayı bir ameliyat geçirdiğinde bir uzuv kaybına, yani meme gibi kadının cinsel kimliğini de oluşturan çok önemli bir organı kaybetmemesidir. Her ne kadar kadınların birçoğu meme kanseri ile ilk karşılaştıklarında korku ve panik ile “Hiç önemli değil, kanser varsa mememi alın gitsin” şeklinde bir tavır sergileseler de, meme kaybı çok önemli, kalıcı ruhsal sorunlara, beden algılamasıyla ilgili depresyonlara neden oluyor. Bazı hastalar geleneksel görüşler sebebiyle sıkıntılarını saklıyor, belli etmemeye çalışıyorlar. Ama memenin bir kadın için ne kadar önemli bir organ olduğu biliniyor. Vücuttaki esas işlevi bebeği beslemek olan meme, kadının beden algılamasında ve cinsel yaşamında çok önemli bir yere sahip ve kolay vazgeçilmemesi gereken bir organ. Hastanın memesini korumak için elden gelen bütün gayreti gösterilmeli; fakat en büyük önceliğin hastayı kanserden kurtarmak olduğu unutulmadan, estetik kaygılarla hastanın hayatı da tehlikeye atılmamalıdır.

Cilt tipine göre cilt bakımı, 20′li 30′lu 40′lı yaşlarda cilt bakımı

Cilt bakımı yaparken cilt tipine ve yaşa göre uygun bakım uygulamak önem taşıyor. Her yaş dönemine ve cilt tipine uygun bakım önerileri….

20’li yaşlarda cilt bakımı

* Cildinizi sabah ve akşam temizlemelisiniz. Özellikle sabunsuz temizleyicileri tercih edin.
* Cildinizi iyice durulayıp kuruladıktan sonra alkolsüz bir tonik uygulayın. Tonik, gözeneklerinizi sıkılaştırır, cildinizin PH dengesini düzenler ve temizleyici ürünün artıklarını alır.
* Temizleme işleminden sonra cildinize gereksinimi olan nemi vermek için cilt tipinize ideal nemlendirici bir ürün uygulayın.
* 25 yaşından sonra göz çevrenizde belirmeye başlayan ince çizgilerin silikleşmesi ve derinleşmemesi için bir göz çevresi kremi kullanmalısınız. Çok yorgun olduğunuz zamanlarda canlandırıcı bir serumla mini bir kür de uygulayabilirsiniz.

30’lu yaşlarda cilt bakımı

* 2o’li yaşlarda başladığınız temel bakımın yanısıra yavaş yavaş başlayan göz çevresi kırışıklıklarına önlem alın. Bu bölgedeki derinin ince olmasından dolayı göz çevresi için özel olarak hazırlanmış yağsız ürünleri kullanın.
* Uyandığınız zaman gözlerinizde şişme oluyorsa çayla kompres yapmak ya da salatalık dilimleriyle gözleri dinlendirmek iyi gelecektir.

40’lı yaşlarda cilt bakımı

* Yüzünüze temizleyici sütü dairesel hareketlerle uygulayın. Hafif ve nemli bir pamukla içten dışa doğru ve alın, yanaklar, çene sırasını takip ederek temizleyin. Tonik ya da suyla cildinizi durulayın.
* Nemini kaybetmiş ciltte çizgilerin artması hızlanacağından nemlendirici kullanmayı ihmal etmeyin. Kullandığınız ürünün hiyalüronik asit ve gliserol içerikli olmasına dikkat edin. Çünkü bu aktifler, deri katmanlarında suyun tutulmasına yardım eder.
* Yüzünüze uyguladığınız bakımı mutlaka boynunuza da uygulayın. Ancak yüzünüze yukarı doğru, boynunuza ise aşağı doğru hareketlerle kreminizi sürün.

Her yaşta uygulanabilir bakım önerileri

1. Boynunuzda gıdı oluşmasını engellemek için boynunuzu yukarı doğru gergin tutmayı bir alışkanlık haline getirin.
2. Ciltteki kuruluğu gidermek için yıkandıktan sonra yağlı bir kremle tüm vücudunuzu nemlendirin.
3. Haftada birkaç kez arındırıcı bakım ürünüyle cildinizi ölü hücrelerden temizleyin.
4. Sarkmalar için en etkili yol, egzersiz yapmaktır. Uzun egzersizlere zaman ayıramıyorsanız hiç olmazsa yürüyüş yapmayı deneyin.
5. Göğüs ve bacak arası sarkmalarını önlemek için çok sıcak suyla yıkanmamaya özen gösterin. Banyo sonrası göğüslerinize ve bacaklarınıza soğuk su ile şok yapın.
6. Sigara, alkol, çay ve kahve cildin başlıca düşmanlarıdır. Bunlardan uzak durmaya çalışın.
7. Stres, etkisini cildinizi bozarak gösterir. Stressiz bir yaşam için çaba harcayın.

Cilt tipine göre bakım yaparken dikkat etmemiz gerekenler…

Kuru ciltler
Cildiniz çok kuruysa tonik uygulamanıza gerek olmayabilir. Cildi kuruttukları için alkol bazlı tonikleri kullanmayın. Cildinize buhar uygulamasını birkaç dakika sürecek şekilde kısa tutun.

Yağlı ciltler
Cildinizi haftada bir, tanecikli bir ovalama ürünüyle veya her gün alfa hidroksi asidi içeren kimyasal bir ürünle ölü hücrelerinden arındırın. Cildinizde irileşmiş gözenekler varsa, cildinizi lavantayla kompres tekniği ile her gün derinlemesine temizleyin. (Geniş bir kaseyi ılık suyla doldurun ve içine beş damla kadar lavanta yağı ekleyin. Lavanta yağının kokusunu içinize çekerken temiz bezi ılık suya daldırıp iyice ıslatın ve cildinizin her yerine bastırın. Lavantanın iyileştirici ve ferahlatıcı özellikleri vardır; cildinizi temizlerken aynı zamanda sinirlerinizi de yatıştırır.)

Karma ciltler
Cildinizin nerelerde neme ihtiyaç duyduğunu (genellikle yanaklar, alın ve boyun bölgesi) ve nerelerde daha yağlı olduğunu (genellikle burun, çene ve bazen de alın) belirleyin. Yüzünüzün değişik bölgeleri için değişik maskeler kullanmayı deneyin. Yağlı T bölgesi için (yani alın, burun ve çene) kil bazlı bir maske tercih ederken, yüzünüzün daha kuru bölgeleri için daha nemlendirici bir maske seçin. Hava, stres, kirlilik ve hormonlarınızın cildinizin nem dengesini değiştirebileceğini unutmayın.

öksürük için ne yapılmalı pratik bitkisel çözümler

Uzun süren öksürükler bir hastalık olmayıpçeşitli hastalıkların belirtisidir. Herhangi bir tıbbi hastalığa bağlı olmayan uzun süreli öksürüklerde bazı bitkisel tedaviler uygulanabilir.

Okaliptüsnane ıhlamur zencefil meyankökü hapları ve şurupları. c vitamini ıhlamur zencefil şahtere hibiskus meyankökü öksürük için faydalıdır.

Ihlamur zencefil meyankökü birlikte kaynatılırsa etkisi büyük olur.Yulaf samanı çayı ile üzerlik tohumu da kronik bronşite ve öksürüğe iyi gelir.

Öksürük için pratik bitkisel formüller:

Malzemeler:
2-3 parça parmak ucu kadar zencefil
iri bir tutam ıhlamur
1 çay kaşığı hibiskus
1 çay kaşığı şahtere otu

Uygulanışı: Malzemeler 1 su bardağı kadar suda 3-4 dakika kaynatılır.2-3 dakika demlendirildikten sonra içilir.

Şekeri fazla kullanmak doğru değildir. Çaya nöbetşekeri konulursa öksürüğü azaltır.

* Günde 2-3 kere meyankökü çiğnemek de yararlıdır.

* Zencefil kekik ve alerjik kökenli olmayan öksürükte karabiber faydalıdır.

* Kronik öksürük için 2 adet karaturpkabak oyacağı ile 5-6 yerinden oyulur.oyukların içine bal doldurulur ve sadece oyukların üstü turp parçaları ile kapatılarak 24 saat bekletilir.Sonra içindeki sıvı şişeye doldurulur ve günde 3 çorba kaşığı içilir.

* Kuşburnu ısırgan zencefil şahtere ve hibiskus çaylarını içmek de yararlıdır.

* Ebegümeci kaynatılırzeytinyağı ve limon katılarak bol bol yenirse göğsü yumuşatır.Öksürüğü hafifletir ve balgam söker.

*Toz zencefil ile bal karıştırılarak yenilirse öksürüğe iyi gelir.

Korkularınızı Yenin Vajinusmus Nedenleri ve Tedavi Yöntemleri

Vajinismus ülkemizde kadınların bir çoğuda görülen cinsel rahatsızlıktır. Vajinismusun en büyük nedeni bayanlara küçük yaşta seksin iğrenç olduğunu anlatmaktır. Ebeveynler genellikle küçük yaşta kızlarının evlilik dışı ilişkilere girmemesi için cinsel ilişkiyi abartılı şekilde anlatması ileride cinsel ilişkiye girememe rahatsızlığını gerçekleştirir.

Vajinismus olan bir bayan evlendikten sonra ilişkiye korkudan giremez veya girdiği ilişkiden zevk alamaz. Bu nedenle çiftler arasında sürekli tartışmalar doğar. Bu tartışmalar zamanla boşanma ile sonuçlanır. Ayrıca vajinismus olan bayanların hemen hemen %90 gibi bir çoğunluğunun cinsel ilişkiye girememesinden kaynaklanan sebeblerle çocukları olmaz.

Genç kızlara cinsel ilişkiden sıkılacak her sözleri ileride evlendikleri zaman karşılarına çıkacaktır. Bir bayan evlendiğinde ilişki sırasında geçmişte duyduğu sözlerden dolayı kasılacak ve rahatsızlık hissedecektir. Bayanların cinsel organı vajina cinsel ilişki siırasında orgazma bağlı olarak kendini hazırlar. Vajinanın kendini hazırlaması kadının cinsel isteğine bağlıdır. Eğer kadın cinsel ilişkide kasılıyorsa vajina penisi alamayabilir. Cinsel ilişkide vajinanın kasılmasının sebebi vajinismustur. Eğer bir ebeveynseniz mutlaka genç kızınıza cinsel ilişkiyi doğru şekilde anlatınız.

İlle’de dudaklarım diyen bayanlar

Türk kadınının, güzelleşme uğruna en çok ilgi gösterdiği kozmetik ürününün ruj olduğu ve satışların saniyelerle ifade edilen zaman dilimine kadar düştüğü bildirildi.

Türkiye kozmetik sektöründe, cilt bakımından parfüm ve makyaja kadar özellikle kadınlara yönelik ürünler sunan Avon’dan yapılan açıklamada, dünyada her 3 kadından birinin ruj kullanmadan sokağa çıkmadığının belirlendiği kaydedildi. Şirketin Halkla İlişkiler Müdürü Eda Bekem, Türkiye’de en çok satın alınan güzellik ürününün ruj olduğunu belirtti. Araştırmalara göre dünyada her üç kadından birinin ruj sürmeden sokağa çıkmadığını ifade eden Bekem, Türkiye’de kozmetik tüketiminin, tüketicinin maddi olanaklarının yetersizliği ve bilinç düzeyi nedeniyle Avrupa ülkelerinin çok altında olduğunu söyledi. Türkiye’de önemli kesimin cilt bakım ürünlerini lüks olarak değerlendirdiğini kaydeden Bekem, “Türkiye’de, herhangi bir makyaj ürünü kullanan kadınların oranı yüzde 50, cilt bakım ürünü kullananların oranı ise yüzde 10-15 seviyesinde gözleniyor” dedi.

Mevsimler satışları etkiliyor

Bekem, yaz ayların makyaj ve cilt bakım ürünlerinin kullanımının azaldığını, bu dönemde tüketicinin güneş ve kişisel bakım ürünlerine yöneldiğini söyledi. Makyaj ürünlerinin kullanımının ise kış aylarında artığını ifade eden Bekem, “Sonbaharda ise kadınlar, yazın yıpranan ciltlerini yenilemek ve onarmak için cilt bakım ürünlerine rağbet ediyorlar” dedi. Bekem, parfüm satışlarının ise özel günlerde hareketlendiğini ve özellikle yılbaşı, anneler ve babalar günü gibi zamanlarda artış olduğunu kaydetti.

Zayıf olma isteği anoreksiya ve bulimia

Zayıf olma isteği, yemek yeme dürtüsünün önüne geçiyor. Diyet reçeteleri, ideal vücut kriterleri, zayıflık takıntılı bir toplum… Bu ortam anoreksiya, bulimia ve aşırı yeme bozukluğu gibi tıbbi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor.

Bugün tüm dünyada “incelik takıntısı” gözleniyor. Genellikle kişiler kendi bedenlerine karşı gerçek dışı bir beklentiye giriyor ve inatçı bir şekilde “yemiyor”. Uzmanlar, yeme bozukluklarının giderek arttığı ve gizliliğinin sürdürdüğü günümüzde, oluşma nedenlerinin başında sosyo-kültürel etmenlerin geldiğini söylüyor. Yapılan araştırmalar, diyetin özellikle ergenlik döneminde ortaya çıktığını ve yeme bozukluklarının bu yaşlarda belirginleştiğini gösteriyor. Diyet konulu makale ve yayınların sayısındaki artış, basın ve televizyonda ideal güzellik kriterleri konusundaki baskı kişi üzerinde önemli etkiler bırakıyor.

Sunulan güzellik kriterleriyle kendi bedenini kıyaslayan kişi kendini yetersiz, çirkin hissedip diyete başlıyor. Kimi durumlarda bu ölümüne girişilen bir zayıflama sürecine dönüşebiliyor. Yeme bozukluklarının birçok ayrıntılı sınıflaması olmakla beraber, en sık rastlanılan ve daha fazla tanınan, anoreksiya nervosa, bulimia nervosa ve aşırı yeme bozukluğu hakkında Acıbadem Hastanesi Kadıköy Psikiyatri Konsültanı Doç. Dr. Ece Orhon’un göşlerine başvurduk.

Anoreksiya nervosa
Anoreksiya nervosa genellikle 15-19 yaş arası genç kızlarda, az oranda da erkeklerde gözlenebilen bir hastalık. Kilo almaktan korkan anoreksiyalı kişiler, ince kalma fikrine takıntılı olduklarından, normal kilolarının çok altında olmalarına rağmen sürekli daha ince olmayı düşünürler. Bu fikre kendilerine öyle alıştırmışlardır ki, etraftan gelen gerçekçi uyarıları dinlemeye bile tahammül edemeyip kızarlar.

Anoreksiyanın bir yemek ve kilo sorunun dışında, kişinin duygusal problemlerine çözüm aradığı bir yol olduğunu söyleyen Doç. Dr. Ece Orhon, yeme bozukluklarının erken belirtilerini tanımlamanın pek kolay olmadığını söylüyor. Orhon, bu kişileri tanımayı kolaylaştıracak özellikler konusunda ise şunları anlatıyor:

Yaş ve boyuna göre normal olan kilosunu reddederler ve bu kilonun çok daha altında olmak ister. 1.65 cm boyu olan bir genç kadın 40 kg. olmasını normal görüp 42 kiloya çıktığında fazla kilo aldığını ve yağlandığını söyleyebilir. Çok düşük kiloda olsalar da kilo alma fikri onları dehşete düşürür. Beden algıları bozulmuş, çarpıtılmıştır, tartılmaktan hoşlanmazlar. Genç kız henüz adet görmemişse adet gecikir. Kadınlarda anoreksiya yerleşirse adetler durur, erkeklerde ise seks hormonları azalır. Kendilerine göre iyi (güvenli), kötü (zararlı) olmak üzere yemekleri ayırırlar. Genellikle depresif ve huzursuzdur.

Anoreksiyalı kişilere zamanında müdahale edilmediği takdirde fiziksel anlamda da ciddi sağlık problemleri ile karşı karşıya kalındığına dikkat çeken Uzman Diyetisyen Fatoş Özcan, bu kişilerin karşılaşacağı problemler hakkında şu bilgileri aktarıyor: “Yağ dokusunun çoğu kaybolur, kas erimesi, adet döngüsünde değişimler, çeşitli vitamin yetersizliği belirtileri, vücuttan su kaybı, tırnaklarda kırılma, saçlarda kuruma ve incelme, üşüme, kabızlık, uykusuzluk ve ödem oluşur. Kalp hastalıkları, aşırı derecede tansiyon düşüklüğü, kolesterol yükselmesi sık görülür ki bu sonuçlar kişiyi ölüme kadar götürebilir. Gebelik söz konusu olduğunda düşük riski artar, bebekte ise gelişme geriliği ve anomali riski artar. Anoreksiya uzun süre devam ettiğinde beyinde ve sinir sisteminin diğer kısımlarında kalıcı hasarlar oluşabilir.”

Bulimia nervosa
Aşırı ve oburca yemek yeme isteği ile kendini gösteren hastalıkta kişinin bütün düşüncelerini yemek doldurur. Ancak, yemekten sonra suçluluk duyarlar ve vücutlarından atmak isterler. Doç. Dr. Ece Orhon, bulimia nervosanın tanısının konması için kişinin tıkınırcasına kriz halinde yemek yeme ve uygun olmayan telafi davranışlarının en az 3 ay süre ile haftada 2 kez tekrarlamış olması gerektiğini söylüyor. Fatoş Özcan ise, ortaya çıkabilecek sağlık problemlerine ilişkin şu bilgileri veriyor: “Kullanılan ilaçlara bağlı olarak şişkinlik, su tutulması ve vücutta ödemlere sık rastlanır. Aşırı kusmaya bağlı olarak sıvı ve elektrolit kayıpları, halsizlik, mide problemleri, yemek borusunda aşırı kusmaya bağlı fıtıklaşma ve yara, aşırı ishale bağlı rektumda (kalın bağırsağın son kısmı) incelme sık görülür.

Aşırı yeme bozukluğu
Yeme bozuklukları konusunda bahsedilmesi gereken diğer bir sorun ise “Aşırı yeme bozukluğu”. Erkeklerde daha sık rastlanan aşırı yeme bozukluğu yaşayan kişilerin en belirgin özelliği, kendilerine kontrol edemez şekilde yemek yemeleri. Doç. Dr. Ece Orhon hastalığın bulimiadan farklılıklarını şöyle sıralıyor “Bu kişilerin, düzenli kusmaları yoktur, aşırı egzersiz yapmazlar, bağırsak yumuşatıcı kullanmazlar ve genetik olarak kilo almaya eğilimlidirler.”

Topuklu ve dar ayakkabı giymenin ayak sağlığına zararları

Araştırmalara göre her 10 kadından 4’ü ayaklarını rahatsız etse bile, herşeye rağmen topuklu ayakkabı satın alıyor.

Yüksek topuklu ve dar ayakkabıların, ayak bileklerinde sinir sıkışmalarına neden olduğunu açıklayan Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, bu durumun kişileri ameliyata kadar götürebileceği uyarısında bulunuyor.

Dr. Mehmet Yavuz’un konuyla ilgili açıklamaları:

Ayak bileğindeki sinir sıkışmaları ayak parmaklarına doğru yayılan ağrı ve uyuşmalara neden olur. Ayrıca dize doğru yayılan ağrılar da olabilir. Eğer şikayetlerin yüksek topuklu ve dar ayakkabıdan kaynaklandığı uzun süre fark edilmemiş ise tablo ağırlaşır ve ameliyat şart olabilir. Bu nedenle ayaklarında ağrı ve uyuşma hissedenlerin muayene olarak mutlaka EMG (Elektromiyografi) çektirmeleri gerekiyor. EMG’de sinir sıkışması (tarsal tunel sendromu) tespit edildiğinde önce ilaç tedavisi önerilir. Bu arada yüksek topuklu ve dar ayakkabı ya da botların giyilmesi yasaklanır. Ayağı ve bileği sıkmayan rahat ayakkabılar önerilir. Eğer sorun çözülmezse operasyonla sıkışan sinir kurtarılır.

Erkeklerde sorun yaşıyor
Problem sadece kadınlarda da değil. Erkeklerin de yüzde 17’si dar ve uygunsuz ayakkabılardan dolayı sağlık sorunları yaşıyor. Ayak bileğindeki sinir sıkışmaları, daha çok bayanlarda görülmesine rağmen erkeklerde de azımsanmayacak derecede karşılaşılan bir durum.

Diğer taraftan, 2 bin kadın arasında yapılan araştırmanın sonuçlarına göre; kadınların yüzde 80’i ayak bileğindeki sinir sıkışmalarından başka, ayak şişliği, tırnak batması, nasır gibi ayak problemleriyle de karşı karşıya kalmakta. Ayrıca yüksek topuklu ayakkabı giyilmesinin, ayakta ağrı ve şekil bozukluklarına neden olduğu bilinmekte. Diğer bir önemli tehlike ise, topuklu ayakkabının bacak kaslarında zorlanmaya yol açarak dizlerde kireçlenmeye sebep olması.

Alınacak önlemler neler?
- Gerekmedikçe yüksek topuklu ayakkabı giymekten kaçının.
- Dar ve ayağı sıkan ayakkabılar yerine ayağınıza en uygun ayakkabıyı seçin.
- Mümkün olduğu kadar ayakkabıyı çorapla giyin çünkü çorap bilekteki sinir sıkışmasını nispeten önler.
- Mümkün olduğunca alçak ve kalın topuklu ayakkabılar tercih edin. Unutmayın ki, basılan alan ne kadar geniş ise denge o kadar iyi sağlanır.
- Özellikle şeker hastalığı ya da dolaşım bozukluğunuz varsa, sinir sıkışmaları konusunda daha duyarlı ve dikkatli olun ve belirli zamanlarda ayaklarınızı kontrol ettirin.
- Ayakkabı alırken, eğimi öne doğru daha hafif olan modelleri seçin.
- Ayakkabı seçerken bir an için durun ve bu ayakkabının giyerken size problem yaratıp yaratmayacağını düşünün.

Enjeksiyon Lipoliz - Fazla Yağlardan Kurtulun

Vücuttaki fazla yağları uzaklaştırmada günümüzde en sık uygulanan yöntem liposuction. Ancak yurt dışında bir süredir uygulanan ve artık bilimsel yayınlarda binlerle ifade edilen vakaların sonuçlarının paylaşıldığı yeni bir yöntem var: Enjeksiyon Lipoliz.Yağ heykel traşlığı” olarak da adlandırılan bu yöntem liposuction ile aynı olup, vücutta şekil bozukluğu yaratan yağları uzaklaştırıyor.

Liposuction’dan farkı ise, özel iğneler ile enjekte edilen bir ilaç yardımıyla yapılması. Enjeksiyon lipoliz yöntemi Acıbadem Bakırköy Hastanesi’nde uygulanıyor.

Yöntem hakkında merak edilenleri Acıbadem Bakırköy Hastanesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Bölümü’den Doç. Dr. Halil İbrahim Canter yanıtladı:

Enjeksiyon Lipoliz nedir?
Kilo sorunu olan insanlarda en çok yağ birikimi cilt altında oluşur. Bu bir zayıflatma tekniği değil, vücuda şekil kazandırmak için yapılan bir işlemdir. Derinin altındaki yağın içine ilaçlar enjekte ediliyor. Yağın kontrollü bir şekilde uzaklaştırılması sağlanıyor. Avrupa’da ve Amerika’da bir süredir bu yöntem kullanılmaktadır. Objektif hakemlerin değerlendirdiği uluslararası saygın plastik cerrahi dergilerinde sayıları binli rakamlara ulaşan serilerin sonuçlarının sunulması ile tekniğin güvenilirliği artık daha net ortaya konulmuştur.

1-1,5 cm aralıklı özel bir şablonun cilt üzerine konulup, enjeksiyon yapılacak noktalar cilt üzerine işaretlenir. Daha sonra işaretlenen noktalara, hastanın ihtiyacına göre farklı hacimlerde derinin altındaki yağ tabakasını eritecek ilaç enjekte edilir. Baş, boyun, kol, karın ön duvarı, bel, bacak, diz yanları gibi liposuction yapılan tüm vücut bölgelerine bu yöntemde uygulanabilir.

Liposuction yöntemine bir alternatif olabilir mi?
Zaman zaman tekniklerden sadece bir tanesi tercih edilse de, pratik uygulamada birbirlerinin alternatifi olmaktan çok birbirlerini tamamlayıcı teknikler olarak kullanılmaktadırlar. Liposuction sonrasında hastayı rahatsız eden ufak tefek deformiteler kaldıysa, bu deformiteler bir iki seanslık enjeksiyon lipoliz uygulaması ile yok edilebilir. Cilt sarkması olduğu için normalde liposuction uygulanamayacak hastalarda birkaç seans enjeksiyon lipoliz uygulaması ile cilt gerginleştirilip, sonrasında liposuction uygulanabilir.

Plastik cerrahi camiasında son 10 yılda botoks, dolgu maddesi uygulanması gibi ofiste yapılan işlemlerin, ameliyathanede yapılan cerrahi yöntemlere göre daha hızlı artış gösterdiği ortaya konulmuştur. Liposuction yaptırmak istemeyen hastalarda enjeksiyon lipoliz ile 5-6 seanslık tedavinin sonunda bir seans liposuction’da elde edilen sonucun aynısı elde edilebiliyor. Bu sayede daha yavaş bir düzelme sağlansa da hastalara cerrahi dışında bir seçenek de sunulabilmektedir.

Kaç seans yapılması yeterli oluyor, uygulama nasıl yapılıyor?
Bu işlemi yaptırmak isteyen kişi; hastaneye yatmasına, anestezi almasına gerek kalmadan 3-6 ay aralıklarla enjeksiyon lipoliz yaptırabilir. İşlem sonrası birkaç saat gözlem altında tutulduktan sonra günlük hayatına dönebilir. Yöntemin en önemli avantajları arasında tekrarlanabilir olması, yan etkisinin düşük olması, pahalı olmaması sıralanabilir.

Sağlık Bakanlığı’nın izin ve onayını almış, ithal edilen ilaçlar kullanılmaktadır. Firma ilacı steril koşullarda hekime ya da kuruma sağlamaktadır. Sağlık bakanlığı tarafında onaylanan ilacın kullanılması çok önemli bir noktadır. Artık hekimler bu yöntemde uygulanan ilacı kendileri farklı ilaçları karıştırarak elde etmiyorlar. Ayrıca hastalar kendilerine uygulanan ilacın tam içeriğini bilebilmektedirler.

Aynı bölgeye uygulanacak iki tedavi arasında 4-8 haftalık bir bekleme süresi olmasında fayda vardır. Bunun sebebi enjeksiyon sonrası vücutta şekillenmenin yara iyileşmesi süresince devam etmesidir.

İlaç enjeksiyonunu takiben yağ dokusu parçalanmakta ve bölgesel bir doku hasarı oluşmaktadır. Enjeksiyon yapılan her alanda oluşan bu minik doku hasarları vücut tarafından onarıldığında; deride gözlenen net etki ise derinin daha sıkı ve daha gergin bir hal almasıdır. Bir başka deyişle, bu bekleme süresince iyi yönde şekillenme devam etmektedir. Uygulanacak tedaviler arasındaki bekleme sürelerine özen gösterilerek gereksiz ek girişimlerden kaçınılabilir veya istenmeyen aşırı tedavilerin önüne geçilebilir.

Hastaların pek çoğunda uygulanan 3 seans tedaviden sonra istenilen hedefe ulaşılırken, bazılarında bu sayı 6 seanslık tedaviye kadar ulaşabilir. Bu farkı belirleyen en önemli etken, tedaviye başlanırken hastadaki mevcut deformite miktarıdır. Deformite fazlaysa; daha yavaş, uzun süren bir düzelme süreci olmakta ve daha fazla sayıda seansa ihtiyaç doğmaktadır. Bu sebeple kimi zaman tedavi süresi 1-1,5 yılı da bulabilmektedir. Bir seansta uygulanabilecek maksimum doz bellidir. Hastanın farklı bölgelerine uygulama yapılması gerekir ise; o zaman her bölgeye farklı günlerde uygulama yapılmalıdır. Bölgeler arasında birkaç gün ara verilerek uygulanan ilacın vücuttan uzaklaşmasına süre tanınmalıdır.

Yöntemin kimlerde kullanılmaması gerekiyor?
Her ilacın alerjik reaksiyon riski vardır. Bu yöntem gebelere, anne sütü verenlere, 18 yaşından küçük olanlara, kronik hastalığı olanlara önerilmemektedir. Kronik hastalıkların yarattığı genel problemlerin dışında yağ metabolizmasını etkileyecek bir müdahale yapıldığından, bu işlem kronik hastalıkları artırabilir. Ayrıca ilaç karaciğerde metabolize edilip, böbreklerden atıldığından karaciğer ve böbrek yetmezliği olanlarda bu yöntem önerilmemektedir.

Kumadin, heparin gibi kan sulandırıcı ilaç kullananlarda bu işlemi gerçekleştirmek güvenli değildir. Ciltaltı kanamalara ve morlukların oluşmasına neden olabilir. Diyabeti ve periferik dolaşım bozukluğu olan kişilere de önerilmemektedir. Bazı otoimmün hastalığı olan hastalarda (bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine saldırdığı hastalıklarda) önerilmemektedir. Kemoterapi alan, son 6 ayda steroid kullananlarda tercih edilmemektedir. Ayrıca kilo vermek için bu yöntemi isteyenlere uygulanmamaktadır; bu yöntem zayıflatma için uygulanan bir teknik değildir.

Hangi yan etkiler oluşuyor?
Uygulama anında enjeksiyon için yapılan iğnelerin ağrısı oluyor, ancak kullanılan iğneler çok kısa ve ince oldukları için bunu tüm hastalar çok rahat tolere edebiliyor. İlk uygulamadan sonra uygulanan bölgeleri arı sokmuş gibi kaşıntı, kızarıklık, hafif şişlik oluşabiliyor. Karın ve bacaklarda bu durum daha iyi tolere edilebilse de yüze veya çeneye uygulama yapılıyorsa hastaların daha dikkatli takip edilmesi gerekmektedir. Kızarıklık, işlemi takip eden gün içinde kaybolmakta, şişliğin inmesi ise birkaç günü bulabilmektedir. Hasta iki hafta içinde gözle görülen düzelmeyi fark etmekte, uygulamanın nihai etkisi ise 4-8 hafta içinde gelişmektedir. Lokal kan akımını artırmak faydalıdır. Bu sebeple aktif egzersiz ve masaj uygulanması yöntemin başarısını artırır. Ancak liposuctionda olduğu gibi korse giymesine gerek yoktur.