CİLDE İYİ GELEN BESİNLER-Osman MÜFTÜOĞLU

Cilde iyi gelen besinler hangileri?

Cilde yararlı yiyeceklerin başında meyve ve sebzeler geliyor.
Özellikle taze, renkli ve organik olanlar. Antioksidan zengini her yiyecek ama özellikle likopen içerenler (domates), beta karoten ihtiva edenler (havuç, kayısı), E vitamini yönünden zengin olanlar (tam tahıllar, yağlı tohumlar) ve C vitamini zengini besinler cilde daha iyi geliyor. Omega 3 yağlarından zengin balıkların ve zeytinyağının da cilt dostu oldukları biliniyor. Eğer cilt dostu desteklerden de faydalanmak istiyorsanız alfa lipoik asit ve CoQ10 içeren desteklere öncelik vermeyi sürdürün. Son yıllarda piknogenol ihtiva eden desteklerden de iyi sonuç alınabileceği anlaşıldı. Selenyum, çinko minerallerinin de faydalı olabileceği biliniyor.
Eczanelerde saydığımız bu maddeleri içeren çok sayıda ürün (Evelle, Pro-der, Alfadell) var.

Cildime ne süreyim?

Yaşam süresi uzadıkça yeni iş alanları ortaya çıktı. Bu alanlardan bazılarında müthiş bir büyüme var.

Anti-aging cilt bakım ürünleri alanı bunların başında geliyor. Bu ürünlerin yıllık satış rakamlarının Amerika'da 34 milyar dolara yaklaştığı söyleniyor ve bu büyüklük kozmetik üreticilerinin iştahını kabartıyor. Ciddi araştırmalar yapmayı bırakın, etkili olup olmadığı bile doğru dürüst test edilmemiş ürünler birbiri ardına piyasaya sürülüyor.

Özetle, "anti-aging cilt ürünü" pazarında ciddi bir kirlenme var. Dermatoloji uzmanlarına göre büyük paralar ödenerek satın alınan bu krem ve serumların çoğu işe yaramıyor. Uzmanlar bu ürünleri kullanmak yerine cildi güneşten, sigaradan, alkolden, kirli havadan ve kalitesiz makyaj malzemelerinden uzak tutmayı, temiz su ile sık sık yıkamanızı öneriyor. Eğer ille de "Ben cildime destek olmak istiyorum" diye ısrar ediyorsanız hiyalüronik asit içeren nemlendiriciler, tamir edici peptitler, C ve E vitamini gibi antioksidanlar ile alfa lipoik asit ve CoQ10 bulunduran ürünler bu yıl da favori görünüyor.

Ama o ünlü altın kuralımız hálá değişmiş değil:
" Cilt içerden beslenir, dışardan desteklenir! "

TERETOHUMU İLE TİROİD TEDAVİSİ-Osman MÜFTÜOĞLU

Teretohumu ile tiroid nodülü tedavi edilir mi

Sağlık konularına ilginiz arttıkça bilgi kirliliği yaratarak bundan yarar sağlamayı düşünen yeni insanlar ortaya çıkıyor.

Bu, son derece doğal bir durumdur: Talep arttıkça arz çoğalır! Size yapılan bazı sağlık önerilerinin hiçbir faydası olmayabiliyor. Bazılarının ise ciddi tehlikeleri bulunabiliyor. Bazı sözde uzmanlar öyle şeyler yazıp çiziyor veya anlatıyorlar ki, bunlar biz doktorlara, diyet uzmanlarına ve bitki farmakolojisiyle uğraşan hocalara saç baş yolduruyor. Ama ne gam! Bu müthiş uzmanlar, teretohumuyla tiroid nodülü, keçi boynuzuyla cinsel güçsüzlük, lavantayla hepatit, brokoli suyuyla kanseri tedavi etmekte kararlılar. İşin bir ucunda da bu ürünleri satıp para kazanmak isteyen ticaret erbabı var.

Kimisi "yağ yaktığını" ileri sürdüğü, "kas yaptığını" iddia ettiği, "detoks" sağladığını belirttiği haplarla, kimi de bellek açtığını, aklı artırdığını, kanserden koruduğunu, romatizmanın köküne kibrit suyu ektiğine inandığı palavradan şuruplarla size yardımcı olmaya çalışıyor! Yani dikkat etmezseniz işiniz zor...

REAL AGE YAZARI

Dr. Michael Roizen bu gibi yaklaşımlardan şikayetçi olan dünyaca ünlü bir sağlık uzmanıdır. İsterseniz biraz da ona kulak verin: "İlginç görünen bir tedaviyi denemek istiyorsanız önce onunla ilgili daha fazla bilgilenmeye çalışın. Sadece tezgahtarlara sormakla veya orada satılan bir kitaba güvenmekle yetinmeyin. Daha çok araştırma yapın. Eğer araştırma imkanınız yoksa doktorunuzdan ya da kütüphanelerden yardım isteyin. Doğru bir araştırmayla söz konusu bitkinin bilimsel etkinlik durumunu da popüler iddiaları da öğrenebilirsiniz. Bitkisel ilaçların çoğu zarar vermiyor ama bazıları gereksiz yaşlanmaya yol açabiliyor. (Dr. Michael Roize’ın Real Age adlı kitabıdan)

Kullandığınız üründen fayda yerine zarar görmek istemiyorsanız (en azından erken yaşlanmak düşüncesinde değilseniz) size yapılan her sağlık önermesini dikkatle araştırın. Bu öneriyi yapanın uzmanlık alanını, tecrübesini, kimliğini, eğitimini öğrenin.

Anahtar sizin elinizdedir

Sağlığınızdan birinci sırada sorumlu olan kişi sizsiniz. Sizin sağlık sorunlarınız öncelikle sizin işiniz, ne doktorunuzun ne de diğer sağlık profesyonellerinin değil! "Dengeli ve nitelikli besleniyor musunuz? Düzenli fizik aktivite yapıyor musunuz? Verimli uyuyor musunuz? Stresle başa çıkabiliyor musunuz?" sorularının yanıtları sizde! Yaşam biçiminiz en önemli uğraşınız olmalı! Sağlığınıza zaman ayırmak kendinize zaman ayırmaktır. Sağlık için harcadığınız zamanı "zaman yitirmek" olarak algılamayın! Doktor muayenehanesinde konsültasyon saatinizi beklerken "kendinizle ilgilenin".

Bu değerli zaman dilimini iyi kullanın. Sağlık sorunlarını önlemek, koruyucu hekimlik sunumlarından yararlanmak, hastalıkları iyileştirmeye çalışmaktan çok daha kolaydır. Bunun için yapmanız gereken de zaten sağlığın temellerini oluşturan dengeli beslenme, düzenli egzersiz, verimli uyku ve ruhsal dinginliktir.

Bir sağlık sorunu oluşurken, soğukkanlılıkla ve dikkatle gözlem yapmanız doktorunuzun sorularına olabildiğince ayrıntılı yanıt vermenizi ve dolayısıyla onun tanı ve tedavi sürecinde daha başarılı olmasını yakından etkiler. Birden fazla sağlık sıkıntısı yaşıyorsanız esas soruna odaklanmalısınız. Bu derdinizin hallolması çok büyük olasılıkla diğerlerinin bir bölümünden ya da tümünden kurtulmanızı da sağlayacaktır.

Tedaviye başladığınızda, kullanacağınız ilaçlar belirli bir zaman dilimi içerisinde etkilerini gösterecektir. Beklemeniz, beklerken gözlemlemeniz ve sonuçlardan doktorunuzu haberdar etmeniz doğru yaklaşımdır. Yayınları değerlendirerek, okuyup dinleyerek ama her şeyden önemlisi doktorunuzun açıklamalarını dikkatle dinleyip gerekirse notlar alarak kendinizi eğitmelisiniz. Merak ettiklerinizi sağlık profesyonelleri ile paylaşmalısınız.

Ne yapacaksınız

Her zaman nitelikli ürünler satın almaya özen göstermelisiniz. Yiyecek, içeceklerinizin uygun koşullarda ve tercihen ekolojik yöntemlerle üretilmiş olması sağlığınızı korumak için ilk adımlardır. Örneğin, niteliksiz bir çift ayakkabı ile yapacağınız spordan yarar yerine zarar görebilirsiniz; içeriği üzerinde yazılandan farklı ürünlerle beklediğiniz etkiyi elde edemezsiniz. Çok pahalı ya da adı çok duyulmuş, listelerde bir numara olan ürünler yerine doktorunuzun önereceği, üzerinde içeriği açık ve ayrıntılı olarak yazan, kullanımı kolay olanları tercih etmelisiniz.

Olaylara yaklaşımınız olumlu oldukça, kişileri kendi koşulları içerisinde değerlendirmeyi öğrendikçe, değiştiremeyeceğiniz durumlar için çaba harcamanın gereksizliğini fark ettikçe kendinizi daha iyi ve güçlü hissedeceksiniz.

Genç yaşlılar ve yaşlı çocuklar çoğalıyor

Beslenme, hareketsiz ve tembel bir yaşam ya da hormonal, metabolik, psikolojik sorunlardan kaynaklanan bir sorundur. Alınan kalorilerle harcanan kaloriler arasındaki dengenin bozulması ve kullanım fazlası artık kalorilerin yağ olarak depolanması bu sorunun en önemli sebebidir. Şişmanlık veya fazla kiloluluk, hayat kalitesini bozan; formda, sağlıklı ve keyifli bir hayata düşman olan bir problemdir. Kalp ve damar hastalıklarına, hipertansiyona, şeker hastalığına, solunum sistemi yetersizliğine, gece uykuda solunum durmalarına ve horlamalara yol açar. Bununla da yetinmez: İleri yaşlara gelince kanda yağ dengesini bozar. Kalbi besleyen koroner kan damarlarını tıkayıp kalp krizine, beyni besleyen serebral damarları tıkayıp beyin krizine, eklemleri tahrip edip osteoartirit tipi romatizmaya yol açar.

Bitmedi! Kısırlık, adet bozuklukları, tüylenme, cinsel güç azalması veya kaybı, safra kesesi hastalıkları ve çeşitli organ-doku kanserlerine de neden olabilir. Ani ölümler şişmanlarda daha erken yaşlarda ve daha çok görülür. Özetle şişmanlık hastalığı hayatın sadece kalitesini değil, süresini de etkiler. Şişman çocuklar çok sık hastalanır. Şekere, hipertansiyona yakalanır. Şişmanlık ve fazla kiloluluk erken yaşlandırır, ömrü kısaltır.

Anlattıklarımız size üzücü, korkutucu gelebilir. Ne var ki hepsi gerçektir. Kilo sorunu çocuklar ve gençler arasında da hızla yayılıyor. Bundan 20 yıl önce en erken 40’lı yaşlarda belirlenebilen erişkin tipi -insüline bağımlı olmayan Tip-2- diyabet hastalığını son yıllarda 10-12 yaşlardaki çocuklarda görmemizin, kalp krizi ve felç yaşının 25-30’lu yaşlara kadar inmesinin sebebi şişmanlıktan başka bir şey değil. Şişmanlık veya fazla kiloluluk çocuklarımızı ve gençlerimizi erkenden yaşlandırıyor. Sorunu erkenden tanımakta, acil önlemleri gecikmeden almakta fayda vardır.

SU İÇSEM YARIYOR-Osman MÜFTÜOĞLU

“Kuşlar kadar yememe rağmen hâlâ fil gibiyim” ya da “Su içsem yarıyor” diye düşünüyorsanız, metabolizmanızda bir problem olabilir.

Çünkü metabolizmanız kilonuzu belirleyen temel faktörlerden biridir. Hücrelerinizin büyüyüp gelişmeleri, görevlerini eksiksiz yapıp zaman zaman ortaya çıkan sorunlarını giderebilmeleri ile ilgili kimyasal süreçler de bu sihirli sözcüğün içinde yer alıyor.

BAZILARI ÇOK ŞANSLI

Metabolizmamız yavaşlayınca kolayca kilo alıyor, hızlanınca çabucak zayıflıyoruz. Metabolizma hızını etkileyen faktörlerin sayısı birden fazla. Genetik miras ise bunların en önemlisi... Belki de bu nedenle bazıları “fil gibi yerken kuş gibi” kalırken, diğerleri “kuşlar kadar yiyip fil haline” gelebiliyor! Yaşımız, cinsimiz, sağlık durumumuz, kullandığımız ilaçlar ve daha birçok faktör de metabolizmamızı etkiliyor.

METABOLİZMA HIZINI NELER ETKİLİYOR

Yaşlandıkça metabolizmamız yavaşlıyor. Bu nedenle kilo almamız kolaylaşıyor. Özellikle menopoz dönemi, kadınlarda kilo almayı kolaylaştıran bir yaşlanma değişimidir. Cinsiyet de önemli... Daha az kas, daha çok yağ kitlesine sahip olduklarından, kadınlarda metabolizma daha yavaş çalışıyor.
Uykusuzluk da metabolizmayı bozuyor. Uzun uykularda metabolizma yavaşlıyor. Diğer yandan aktivite düzeyi de önemli... Düzenli egzersiz yapmak metabolizmayı hızlandırıyor. Özellikle uyanır uyanmaz yapılan sabah egzersizlerinin metabolizmada 8-10 saate yaklaşan hızlanmalar yapabileceği belirtiliyor. Sabah uyandıktan hemen sonra yapılan egzersizler 20 dakikayı geçtiği zaman metabolizmanız bu durumdan müthiş etkileniyor. Belki de bu nedenle metabolizma uzmanları sabah egzersizlerini metabolizmanıza verebileceğiniz en güzel hediyelerden biri kabul ediyor.
Hormonal denge de önemli bir etken... Metabolizma tiroid tembelliğinde yavaşlarken, hipertiroidide hızlanıyor. Ayrıca insülinin fazlalaşması da olumsuz yönde etkiliyor. Bazı ilaçların metabolizmayı yavaşlatabileceği (beta blokerler) de biliniyor.

BESLENME TARZI ÇOK ÖNEMLİ

Beslenme tarzının da önemi var. Sabah kahvaltısı yapmak, sık aralıklarla yemek, öğün atlamamak metabolizmayı hızlandırıyor. Proteinden zengin yiyecekler de metabolizmayı hızlandırıcı termojenik bir etkiye sahipler. Yediğiniz proteinlerin neredeyse yüzde 20'si ısı üretimi için harcanıyor. Bu oran karbonhidratlarda yüzde 10, yağlarda yüzde 35'e düşüyor.

Yani proteinden zengin, yağdan fakir bir beslenme planı, kilo kontrolünü kolaylaştırıyor. Baharatlı yiyeceklerin, özellikle acı tat veren lezzetlendiricilerin (acı biber) metabolizmayı hızlandırdığı biliniyor. Yeşil çay, hatta kahve de metabolizmayı bir miktar hızlandırabilir. Bol ve sık su içmenin de metabolizmayı aktifleştirdiği aklınızda olsun.

Kısacası metabolizma deyip geçmeyin, metabolizma hızınızın sadece genleriniz tarafından belirlendiğini zannetmeyin. Yukarıda verdiğim basit tüyolar ile metabolizmanızı hızlandırmanız her zaman mümkün olabiliyor. Eğer kilo kontrolünde zorluk çeken biriyseniz, bu sorunu çözmenin altın anahtarlarından birinin metabolizma hızında yattığını aklınızdan hiç çıkarmayın.

KANSERDEN KORUYAN REÇETE-Osman MÜFTÜOĞLU

Kanserden koruyucu hazır bir reçete olmasa da şu çok önemli noktaları bir kenara not edebilirsiniz. Beslenmenize, yani yiyip içtiklerinize dikkat edin.

Sağlıklı bir kiloda kalmaya çalışın. Çok kilolu veya çok zayıf biri olmayın. Besin seçimlerinize mutlaka meyve ve sebzeyi dahil edin. Her gün iki tenis topu büyüklüğünde meyve, üç yumruk büyüklüğünde sebze mönünüzde yer alsın. Kırmızı ete fazla yüklenmeyin.

Özellikle ateşte yakarak yememeye özen gösterin. Sosis, sucuk vb. kırmızı et ürünlerini az yiyin. Yağlı etlerden uzak durun. Ayrıca tam tahılları (bulgur, kepekli ekmek, kahvaltı gevrekleri) ve bakliyat grubu besinleri (fasulye, nohut, bezelye) ihmal etmeyin. Sigaraya elinizi sürmeyin. Alkol içmeyin. İçiyorsanız en az miktarda tüketin. Aktif olun, hareketli bir yaşam sürmeyi alışkanlık haline getirin. Temiz bir çevrede yaşamaya, doğal, temiz su içmeye özen gösterin.

Katkılı besinlerden, hormonlu yiyeceklerden, genetiğiyle oynanmış ürünlerden uzak durun. Stresinizi azaltmaya, dinlenmenizden ve uykunuzdan fedakârlık yapmamaya çalışın. Güneş ışınlarından korunun. Solaryumdan uzak durun. Kanserden korunacağım diye sürekli aynı şeyleri yemeyin. Şu bitki bu kanseri, bu ot öbür kanseri, şu tohum filanca tümörü önlüyormuş telaşına kapılıp vücudunuzu bir bitki çöplüğüne çevirmeyin. Sağlık kontrollerinizi ihmal etmeyin. Mevcut sağlık problemlerinizi en kısa zamanda çözümleyin. Uzun süreli öksürük, kan tükürme, idrardan veya gaitadan kan gelmesi, iyileşmeyen yaralar, uzun süre devam eden akıntılı lezyonlar ve iltihabi problemlerin kanser işareti olabileceğini bilin ve böyle bir sorununuz varsa sebebini en kısa zamanda öğrenin, tedavisinde gecikmeyin.

Egzersiz için en uygun zaman nedir?

Eğer amacınız yağ kaybetmekse, egzersiz için en uygun zaman sabah saatleri. Sabah saatlerinde yapılan egzersizler metabolizmayı daha çok hızlandırıyor. Sabah uyandığınızda aç karna kanınızda şeker ve insülin değerleri, karaciğerinizde glikojen deposu çok düşük değerlerde bulunuyor. Eğer uyanır uyanmaz bir bardak su içip düşük glisemik yüklü bir parça meyve yedikten (yarım elma, 12 kuru kayısı olabilir) hemen sonra, 20-30 dakika egzersiz yaparsanız yağ kaybınız hızlanıyor. Egzersizi ne kadar uzatırsanız, göreceğiniz fayda da o oranda artıyor. Benim önerim hızlı ve tempolu bir yürüyüş yapmanız. Böyle bir egzersiz size aynı zamanda zindelik ve keyif de sağlayacak. Sabah egzersizinin etkisini arttırmak istiyorsanız, egzersize başlamadan veya egzersizden sonraki en az 1,5 saatlik zaman dilimi içinde yoğurt, haşlanmış yumurta beyazı, peynir gibi proteinden zengin bir kahvaltı yapmanızı tavsiye ederim. Böyle bir kahvaltı kas kitlenizi güçlendirecek, yağ yakmanızı hızlandıracak. Eğer genel bir yarar bekliyorsanız günün her saatinde egzersiz yapabilirsiniz: Ardıç kuşu iseniz sabah çok erken, baykuş iseniz geceleri bile egzersiz yapabilirsiniz.

Tiroit hormonu hangi ilaçlarla birlikte alınmaz?

Demir ve kalsiyum destekleri ile kullanılmamalı. Ayrıca kolesterol düşürücü ilaçlar da (statinler) tiroit hormonunun emilmesini azalttığı için bu ilaçlarla birlikte alınmamalı. Mide rahatsızlıklarında kullanılan antiasitlerin de birlikte kullanılmaması gerekiyor. Eğer bu ilaçları kullanıyorsanız, tiroit hapınızı birkaç saat önce ya da sonra almalısınız. Fazla miktarda soya tüketenlerde de tiroit hormonu emiliminin bozulabileceği belirtiliyor. Bir başka önemli nokta kullandığınız markayı değiştirmemeye çalışmanız, hep aynı marka ilacı kullanmanız. Emilen hormon miktarındaki ufak değişiklikler bile sağlığınızı derinden etkileyebiliyor. Marka değişikliğinde, aynı dozda kullanım halinde bile emilen hormon miktarı değişebiliyor.

Kebap yemek zararlı mı?

Mangalda yüksek ateşte ızgara yapılan etlerde oluşan bir kimyasal bileşimin kanserojen etki oluşturabileceğini gösteren bulgular var. Bu bileşimin farelerde prostat kanserini başlatabildiği ispatlanmış. Johns Hopkins Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma bu zararlı maddenin (ya da maddelerin) özellikle etin çok yüksek ateşte kızartılması sonucu oluştuğunu ortaya koymuş. Diğer taraftan yüksek ateşte kızartılarak pişirilmiş etin başta kalınbağırsak kanseri olmak üzere sindirim sisteminin diğer noktalarında da (örneğin mide) kansere yol açabileceğini düşündüren bulgular var. Kısacası sorun kebap yemekten çok, yüksek ateşte (örneğin mangal ateşinde), neredeyse yanacak şekilde ızgara edilen etlerde oluşan kimyasal bileşimden kaynaklanıyor. Eğer çok sık yemezseniz ve pişirme şekline dikkat ederseniz ızgara et yani kebap, kanser yapmaz ama önlem almakta, dikkatli olmakta fayda var.

Sık cinsel ilişki, çocuk sahibi olma şansını azaltır mı?

Çok sık cinsel ilişkinin sperm sayısını azalttığını ve çocuk sahibi olma olasılığını düşürdüğünü söylemek mümkün. Bununla birlikte cinsel ilişkiye çok ara vermek de sorun yaratır. Uzmanlar uzun süre ara verilmiş bir cinsel ilişkiden sonra sperm sayısı artsa bile, hareketlilik oranının düştüğünü söylüyorlar. Bu nedenle doğru olanı düzenli bir cinsel ilişki oluşturmaktır. Ayrıca kadınların yumurtlama dönemlerine yakın günlerde yapılan cinsel ilişki de çocuk sahibi olma şansını arttırıyor. Yirmi sekiz günde bir âdet gören kadında 10-20’nci günler arasında cinsel ilişki gebe kalma olasılığını yükseltiyor.

Depresyonun fiziksel işaretleri neler?

Eğer sürekli tekrarlayan kas ve eklem ağrılarından yakınıyorsanız, sebepsiz yere ortaya çıkan inatçı ve zonklayıcı baş ağrılarınızın nedenlerini merak ediyorsanız bunların depresyonla ilişkili olabileceği aklınızda olsun. Depresyonlularda sindirim sistemi hastalıklarına, özellikle “mutsuz bağırsak sendromu”na ilişkin işaretlere (gaz, şişkinlik, karın ağrısı, ishal veya kabızlık) ve ayrıca yanma, ekşime, kaynama, reflü gibi mide şikâyetlerine de sık rastlanıyor. Bu fiziksel işaretlerin uyku bozukluğu (uyku bölünmeleri, erken uyanmalar, uyku kaçmaları), sabah yorgunlukları, genel bir halsizlik, isteksizlik, ağlama eğilimi, cinsel isteksizlik, sinirlilik, alınganlık gibi ruhsal işaretlerle birlikte olduğu durumlarda daha da uyanık olmakta yarar var.

Tarçının sağlık yararı var mı?

Tarçın sağlığa yararları konusunda son yıllarda en fazla ilgi çeken bitkilerin başında geliyor. Tarçını doğrudan veya toz halinde tüketmenin özellikle kan, şeker ve kolesterol dengesini ayarlamada ciddi avantajlar sağladığı belirtiliyor. Tarçın ayrıca gaz, mide ağrıları, hazımsızlık gibi sorunlarda, nezle ve grip gibi problemleri önlemede, kanserden korunma, bağışıklık sistemini güçlendirmede de işe yarıyor. Tarçından çay şeklinde faydalanmanız da mümkün ama en çok önerilen kullanım şekillerinden biri tarçını doğrudan toz halinde yiyeceklere eklemektir. Toz tarçın eklenmiş sütlaç mükemmel bir seçim olabilir. Bal ve tarçın karışımı da iyi bir çözümdür.

Yavaş yemek zayıflatır mı?

Kilo almayı kolaylaştıran faktörlerden biri de çok hızlı yemek yemek. Hızlı yiyenlerde tokluk hissinin oluşması gecikiyor. Yemeği iyice çiğnemek sadece lokmaları daha iyi hazmetmeyi değil, tokluk duygusunun ortaya çıkmasını da kolaylaştırıyor. Kısacası yavaş yemek doyma sinyallerinin midenizden beyne ulaşması için gerekli zamanı sağlıyor. Bu sistemi iyi çalıştırmanın yollarından biri de yemeğe çorbayla başlamaktır. Yemeğe başlarken sıcak çorbanızı yavaş yavaş içmeniz hem yeme sürenizi uzatıyor, hem de daha az yemenizi sağlıyor. Yemeğinize az yağ ile hazırlanmış bir sebze çorbasıyla başlamanız kilonuzu yönetmeyi kolaylaştırıyor. Kısacası hızlı yemek kilo almayı kolaylaştırıyor, yavaş yemek kilo kontrolü sağlıyor.

HAMİLELİK KİLOLARI NEDEN ZOR VERİLİR?-Osman MÜFTÜOĞLU

Çoğu kadın hamilelik sürecinde ne kadar dikkat ederse etsin fazladan birkaç kilo alır. Bazı istisnalar olsa da sonuç genellikle değişmez, her hamilelik anneye birkaç kiloluk bir anı (!) bırakır.

Bu durumun abartılı olması da mümkün. Hamileliğinin sonunda aldığı kilolar 30’u geçenler bile oluyor. İşin kötü yanı hamilelikte alınan bu kilolar kolay kolay verilemiyor. Bu durumun bedensel, ruhsal, hatta sağlık sorunlarıyla ilişkili nedenleri var…

HİPOTİROİDİYE DİKKAT!

Bunlardan biri (belki de birincisi) tiroid yetmezliği, yani hipotiroididir. Hamilelik ve sonrasında tiroid bezi iltihaplarına yakalanma sıklığı artıyor. Diğer taraftan hamilelik ve sonrasında karşılaşılan tiroiditler çoğu zaman ağrı, yutma güçlüğü, ateş, vs gibi belirtilere de yol açmıyor. Bu nedenle de zaten tıp literatüründe “sessiz tiroidit” adıyla tanımlanıyor.

Hamilelik sürecinde tiroidit sorununun sıklaşmasının birden çok sebebi var. Bunların en başında da hamileliğin yaptığı bedensel ve ruhsal fırtınalar geliyor. Hamilelik kadın vücudunda çok önemli metabolik, ruhsal, hormonal ve bağışıksal değişikliklere yol açıyor. Kadınlarda zaten hassas olan bağışıklık sistemi eğer bu fırtınalara direnemezse “otoimmün tiroidit” olarak bilinen tiroid bezi zararlanmaları ortaya çıkıyor. Bu zararlanmalar tiroid bezinin hormon üretimini aksattığından yavaş seyreden, sinsi, sessiz ve derinden giden, bu nedenle de gözden kolayca kaçan tiroiditlerle hamilelik ve doğum sonrası dönemde daha sık karşılaşılıyor. İşte bu nedenle doğum sonrası kilolarını vermekte zorlanan hamilelerde tiroid fonksiyonlarını dikkatle araştırmak gerekiyor.

DEPRESYON VE DİYABET DE ÖNEMLİ

Hamilelik sonrasında bazı kadınların yaşadığı depresyon sorunu da kilo almanın bir başka nedeni olarak gösteriliyor. Hamilelik sonrası depresyon bazen hipotiroidi ile birlikte de olabiliyor. Ayrıca gizli diyabeti olan annelerde hamilelik diyabeti ortaya çıkabiliyor. Bu durumda da kilo dengesini korumak problem haline gelebiliyor.

VE DİĞERLERİ

Doğum sonrası annenin üstlendiği ikinci ve çok önemli bir görev de çocuğu emzirmektir. Bebeği besleme telaşı çoğu annede gereğinden fazla yiyip içmeye, daha çok süt üretebilmek için daha yüksek kalorili besinler tüketmeye neden oluyor. Yüksek kalori alımının doğal sonucu olarak da kilo alımı çoğu zaman hamilelik sonrasında da devam ediyor. Bu duruma annenin bebek bakımı nedeniyle uykusuz geçirdiği geceler, aktivite ve egzersiz imkânlarının sınırlanması gibi nedenler de eklenince kilo sorunu yaşamak doğal hale geliyor.
Ne yapmalı
Kanaatimce hamilelik veya emzirme döneminde alınan birkaç kiloyu çok önemsememek lazım. Özellikle sağlıklı bir hamileyseniz ya da emziren bir anneyseniz birkaç kiloluk fazlalıkları dert etmemenizde yarar var. Eğer sorunun bir sağlık problemi haline dönüştüğünü, özellikle hamilelik sonrasında sahip olduğunuz kilonun hamileliğin başındaki kilonuzdan yüzde 10-15’den daha fazla olduğunu belirlerseniz önlem almanız zorunludur.

Hamilelik kilolarının çözülmesi altta yatan sağlık sorunlarının çözümlenmesini de gerektirdiği için basit diyet önlemleriyle pek sonuç alınamaz. Bu nedenle çoğu annede ciddi bir tıbbi değerlendirme de gerekir.

Stres yapan besin var mı?-Osman MÜFTÜOĞLU

Bazı yiyeceklerin stresi azalttığını hepimiz biliriz. Sıkılıp bunaldık mı, gerilip kasıldık mı sorunumuzu bir parça çikolata, kurabiye, muz, vs. ile gideririz. Hâlâ şükran gününde yenen hindinin güçlü bir stres savar olduğunu düşünen milyonlarca Amerikalı var. Sütün, yoğurdun sakinleştirdiğini, hatta uyku getirdiğini de çoğumuz iyi biliriz.

Yine birçoğumuz bazı gıdaların strese yol açabileceğinden haberdar değiliz.
Uzmanlar özellikle kan şekerini birden bire arttıran yiyeceklerin (şeker, un, nişasta, tatlılar, unlu, tatlı ve yağlı atıştırmalar) stres sistemini tetikleyebileceğini belirtiyorlar. Bu yiyeceklerden 30-120 dakika sonra hızla düşen kan şekerinin hipoglisemi, gerginlik, sinirlilik, alınganlık, hiddet, hatta öfke nöbetlerine neden olabileceğini ileri sürüyorlar. Çünkü bedenimiz hipoglisemiyi stres veren bir durum olarak algılıyor ve bu yeni duruma fazla miktarda stres hormonu, yani adrenalin ve kortizol salgılayarak cevap veriyor. Eğer bu durum sık sık tekrarlarsa uzun vadede bir kötü sonucu daha var. Tekrarlayan kortizol ve adrenalin düşmeleri bir süre sonra DHEA ve testosteron seviyesinin düşmesine, cinsel isteğin azalmasına neden oluyor. Bizden söylemesi

Kolesterol ne işe yarıyor?-Osman MÜFTÜOĞLU

Bu soruyu “kolesterolsüz bir yaşam hepimiz için olanaksızdır” diye yanıtlamak gerekiyor. Kolesterolü hem vücudumuz üretiyor, hem de doğrudan hayvansal besinlerle kazanıyoruz. Hücrelerimiz kolesterol olmazsa birçok hormonu, vitamini üretemiyor, başta hücre zarı olmak üzere yapısal bütünlüğünü koruyamıyor. Üstelik bu hormonların çoğu cinsellikle ilişkili olanlar. Yani kolesterol olmazsa çoğalmamız bile tehlikeye giriyor. Kısacası fazlası bir damar zararlısı gibi kabul edilen bu yaşamsal madde, insanlığın devamı için de olmazsa olmaz. Belki de bu nedenle işimiz şansa bırakılmamış, vücudumuzun neredeyse her dokusu gerektiğinde kolesterol üretebilme yeteneğiyle donatılmıştır. Sorun düşük yoğunlu lipoproteinlerle taşınan kolesterol tipinin fazlalaştığı hallerde ortaya çıkıyor. LDL kolesterol olarak bilinen kolesterol arttığında damar sertliği riski de artıyor, kalp krizi veya felç benzeri riskler çoğalıyor. Bu konuda çok ciddi tartışmalar var. Bazılarına göre sorun kolesterolün fazlalığından ziyade aşırı oksitlenmesinden kaynaklanıyor. LDL kolesterol oksitlendiği zaman damarların duvarına tutunup plak oluşturuyor. Bu plaklar damar duvarını sertleştirip kalınlaştırıyor ya da üzerine pıhtı oluşumu yerleşiyor. Bazen de bu plaklardan kopan parçalar daha ilerde küçük çaptaki damarları tıkıyor. Kısacası kolesterol de biraz paraya benziyor. Yokluğu da çokluğu da sorun.

Çocuklara balık yağı içirmek faydalı mı?-Osman MÜFTÜOĞLU

Balık yağı desteği çocuklar için en az vitamin destekleri kadar önemli. Kararı çocuk sağlığı uzmanları vermeli ama bana göre balıkta bulunan omega-3 yağlarını çocuklarınıza mutlaka kazandırmalısınız. Bu yağlar çocukların beyin gelişimlerini destekliyor, öğrenmelerini kolaylaştırıyor, okul başarılarını artırıyor. Balık karaciğerinden elde edilen balık yağlarında omega-3 yağlarından başka, E, A ve D vitaminleri de var. Ama bir kez daha belirtelim: Başarının sırrı onlara yeteri kadar omega-3 kazandırmaktan geçiyor. Yeşil yapraklı bitkiler (örneğin semizotu), ceviz, keten tohumu gibi bitkisel ürünlerde, hatta kabak çekirdeği, kuru fasulye gibi yiyeceklerde bile omega-3 bulunuyor ama omega-3'ün en güçlü besinsel kaynağı olarak balık birinci sırada. Keten tohumu veya yağı çocuklarda omega-3 ihtiyacını karşılamada pek işe yaramıyor.

Kemiklere süt mü, yoğurt mu daha iyi geliyor?-Osman MÜFTÜOĞLU

Süt ve süt ürünleri hem kalsiyumdan çok zengin olmaları, hem de içlerindeki kalsiyum kolay emilir olduğu için ilk akla gelen kalsiyum kaynakları. Kalsiyum badem, baklagiller, incir, hatta suda bile mevcut. Ancak bilinen en güçlü kaynaklarından biri hala süt ürünleri. Süt ürünlerini kalsiyum kaynağı olarak fazla miktarda tüketmek, eğer tam yağlı süt ürünleri kullanılırsa kolesterol yüksekliği ya da kilo sorununa neden olacağı gibi endişelere yol açıyor. Süt ürünlerini de kararında kullanmakta ve sütten ziyade yoğurt ve peynire öncelik vermek daha iyi. Dondurma yüksek kalori içeriği nedeniyle daha sorunlu bir besin gibi. Birinci sıraya yarım yağlı yoğurt ve ayranı, ikinci sıraya da yağı azaltılmış peyniri koymakta fayda var. Sırası gelmişken osteoporozu önlemede tek seçenek kalsiyum takviyesi değil. D ve K vitamini kazanımının, egzersiz ve ağırlık çalışmaları da çok önemli.

Egzersizle nasıl daha çok yağ yakabilirim?-Osman MÜFTÜOĞLU

Egzersizle daha fazla yağ yakmanın yolu egzersizi sık tekrarlama ile ilişkili bir durum. Egzersizin sıklığı artıp süresi uzadıkça yağ yakma olasılığınız artacaktır. Bu nedenle haftada en az 4 gün ve 30 dakika tempolu yürüyüş yapmanız en ucuz, en etkili ve uygulanabilir çözüm. 20 dakikadan daha az süren egzersizler de kalori kaybına yol açtığı için kilo kontrolüne yardımcıdır. Yani 10 dakika bile yapsanız egzersizin kilo yönetimine yararı oluyor. Bununla birlikte yağ yakma amaçlandığı zaman egzersizi en az 20 dakika sürdürmek gerekiyor. Egzersizi günün her saatinde yapabilirsiniz ama benim önerim sabah saatlerinde yapacağınız tempolu yürüyüşlerdir. Eğer yeni başlıyorsanız 20 dakika ile başlamalı, birkaç haftada bir süreyi 5 dakika uzatmalısınız. 40 dakikalık bir egzersiz süresine ulaştığınızda kilo kontrolünüz mükemmel hale gelecektir. Ağırlık kaldırmak gibi direnç egzersizleri esnasında vücudunuz yağ değil, kaslardaki glikojeni yakmaktadır. Bu nedenle ani ve hızlı kilo kayıplarında direnç egzersizleriyle yağ yakmak yerine kas kazanırsınız. Ancak egzersiz bitince güçlü kaslarınız varsa, siz istirahat ederken kaslarınızdaki glikojeniniz yetersiz geleceğinden vücudunuz enerji kaynağı olarak yağlarınızı yakacaktır. Yani bazal metabolizmanız hızlanacak, oturduğunuz yerden kalori harcamaya başlayacaksınız. Özetle yağlarınızı yakmak için aerobik egzersizlere yürüyüş, metabolizmayı hızlandırmak içinse direnç egzersizlerine ağırlık kaldırmaya ihtiyacınız var.

Strese bağlı hastalıklar hangileri?-Osman MÜFTÜOĞLU

Dikkat ederseniz kriz dönemiyle birlikte stresi daha çok konuşmaya, yazmaya başladık. Krizin getirdiği sorunlar ve daha pek çok şey, stresimizi şu veya bu şekilde arttırıyor. Bu durum vücudumuzu sürekli bir zararlı kimyasal banyoya sokuyor. Yani bir zamanların moda deyimiyle stres arttıkça vücut kimyamız bozuluyor. Kortizol ve adrenalin çoğaldıkça bedensel ve ruhsal birçok sorun ortaya çıkıyor. Gerginlik, kaygı hali, ruhsal gelgitler, alınganlık, sinirlilik, öfke nöbetleri ve hatta depresyon, panik bozukluk gibi ağır ruhsal sorunlar stresle ilişkili olabiliyor. Stres cinsel isteği azaltıyor, uykuyu bozuyor, öğrenmeyi güçleştiriyor, odaklanmayı zora sokuyor. Aşırı ve sürekli stresin hafıza bozukluğu yaptığı da biliniyor. Stresin şeker hastalarında kan şekeri ayarını güçleştirdiği, şeker dalgalanmaları yaptığı da bir başka önemli sonuç. Stres arttıkça tatlı krizleri, unlu, nişastalı yiyeceklere karşı bir tutku hali baş gösterebiliyor. İştah bozuklukları, özellikle iştah artışı da stresin bir başka sonucu. Netice olarak karın çevresinde yağ birikimi başlıyor, kilo artıyor. Stresin diyabeti tetiklediği, yani gizli kalmış bir şeker hastalığını açık bir diyabet haline dönüştürdüğü de biliniyor. Stresli insanlarda kalp krizleri ve felç geçirme riski de yükseliyor. Bunun önemli nedenlerinden biri stresin yol açtığı tansiyon yükselmeleri. Stres aynı zamanda bir damar düşmanı. Çünkü iyi kolesterolü azaltıyor, trigliseridi yükseltiyor (şeker ve tansiyon yükselmesi sorununa tuz biber ekiyor). Stresli insanlarda bağışıklık sistemi zayıfladığı için enfeksiyonlara yakalanma riski artıyor. Bağışıklık zayıflamasının sonucu sadece tekrarlayan enfeksiyonlar değil. Stresli kişilerde kanser sıklığındaki artışın bir nedeni de bağışıklık zayıflığıdır. İşi gücü bozulan, stres travmasıyla fazlaca örselenenlerde birden bire ortaya çıkan kanser sorunun arkasında işte bu bağışıklık zayıflaması yatıyor. Kısacası stres deyip geçmeyin. Özellikle bu günlerde stresinizi yönetme konusunda dikkat kesilin!

Gıdık-göbek ilişkisine dikkat-Osman MÜFTÜOĞLU

Kilo fazlalığı ile orta yaş diyabeti arasında yakın bir ilişki var. Bu ilişki biraz da akrabalıktan kaynaklanır.

Akrabalığın nedeni de insülin direncidir. İnsülin direnci hem kilo almayı özellikle göbek, boyun ve gıdık bölgesinden yağlanmayı, hem de kan şekeri dengesinde bozulmayı kolaylaştırır. Şeker dengesinde bozulma kilo sorunu belirginleştikçe derinleşir. İnsülin direnci yüksek tansiyona, kolesterol dengesinde bozulmaya, koroner kalp hastalığı ile felç riskinde artmaya da yol açabilir. Özellikle kolayca gıdık-göbek bağlayan “ensesi kalın” biriyseniz dikkatli olun! Ensesi kalın olanlarda da bazı sağlık sorunları daha sık görülüyor. Zaman zaman tatlı krizlerine yakalanıyorsanız, saatlerce aç gezebiliyor ama yemeğe oturunca önünüze ne gelirse silip süpürüyor ve yemeklerden bir süre sonra uyuklama, dikkat kaybı, öğrenme güçlüğü gibi sorunlar yaşıyorsanız bu sorunlarınızın insülin direnci problemi ile ilgili olabileceği aklınızda olsun. Fazla kilolar her koşulda hayat kalitesini bozuyor ama boyuna-enseye, gıdığa ve göbeğe yerleşen yağlar şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp damar hastalığı gibi yaşamsal problemlere yakalanmayı da kolaylaştırıyor. Ensesi kalın, gıdığı iri ve cankurtaran simidi geniş biri olmak eskiden zannedildiği gibi zenginlik işareti değil, hastalık belirtisi sayılıyor.

KOLON KANSERİNİ ÖNLEME-Osman MÜFTÜOĞLU

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU : "Kolon kanseri önlenebiliyor"

Kanserde erken teşhis çok önemli. Bu testlerle o kadar iyi ve güvenilir sonuçlar alınıyor ki kanser daha “tasarım aşamasında” iken tanımlanabiliyor.

Bu testlerden bazıları sadece kanseri erken teşhis etmekle de kalmıyor, ileride kansere dönüşebilecek sorunların erken dönemde görülüp ortadan kaldırılmasına da olanak sağlıyor. Bunun en güzel örneklerinden biri kalın bağırsak kanserlerinin erken teşhisinde kullanılan kolonoskopik muayenedir. Kolonoskopik inceleme yalnızca kalın bağırsaktaki tümörü erken dönemde belirlemekle kalmıyor, aynı zamanda “polip” veya “adenoma” diye adlandırılan ve ilerde kansere dönüşmesi söz konusu olan bazı yapıları da görebilmeyi, ortadan kaldırabilmeyi mümkün hale getiriyor. Yani sorunu neredeyse kökünden hallediyor.
Bazı ailelerde kalın bağırsak kanseri daha sık görülüyor. Bu ailelerde “ailevi kolon polipozisi ” veya “villöz adenoma” gibi hastalıklara sık rastlanıyor. Bu hastalıkların ortak özellikleri zamanla kansere dönüşme potansiyeli taşımaları. Kolonoskopik inceleme ile erkenden yakalandıklarında ameliyata gerek kalmadan ortadan kaldırılabildiklerinden, kolonoskopik inceleme aynı zamanda bir tedavi yöntemi gibi çalışıyor.

İLK KOLONOSKOPİ NE ZAMAN YAPILMALI

Sindirim sistemi hastalıklarında uzmanlaşmış otoriteler elli yaşını geçen herkese en az bir kez kolonoskopi yapılması gerektiğini belirtiyor. Eğer ilk kolonoskopi tamamen temizse ve ailede bir risk fazlalığı söz konusu değilse, bu incelemelerin 3-5 yıllık aralıklarla tekrarlanması yetiyor. İlk incelemede polip belirlenenlerde bir yıl sonra yeni bir kontrol yapılması tavsiye ediliyor. Kolon kanseri yönünden riskli bir aileye mensup olanlara ise bu incelemenin daha kısa aralıklarla, örneğin 2 yıllık aralıklarla yapılması tavsiye ediliyor. Kısacası kolonoskopik inceleme hem teşhis hem tedavi, hem de risk taraması bakımından son derece yararlı bir tarama ve teşhis yöntemi. Olanaklar ölçüsünde elli yaşı geçen herkesin bu tetkiki yaptırması gerekiyor. Kalın bağırsak kanseri sık görülen kanserler arasında. Ailesinde kalın bağırsak kanseri olanlar, fazla kilolular, alkol ve sigarayı fazla tüketenler, kırmızı eti sıkça yiyenler, posasız beslenenler, sebze ve meyveyi ihmal edenler daha riskli kişiler olarak kabul ediliyor. [Kolonoskopi Video]

Bedeninize daha çok demir pompalayın

Yiyeceklerdeki demirin bağırsaklarınızdan emilmesini engelleyen bazı maddeler var ama bunlar demirin emilmesini zannettiğiniz kadar çok etkilemezler. Özellikle hayvansal kaynaklı demirin emiliminde önemli bir sorun çıkmıyor. Bitkisel kökenli demirin emilimi ise birazcık engellenebiliyor. Tam taneli tahıllarda ve kepek yüklü yiyeceklerde bulunan fitat, ıspanakta bulunan oksalat demir emilimini azaltabiliyor. Ama bu durum ıspanağı kıymalı ve yoğurtlu yemenize ya da kepek ekmeğini tercih edip tam tahıla öncelik vermenize engel değil. Siyah çayda bulunan tanin maddesinin de bitkisel kaynaklı demirin emilimini azaltabileceği biliniyor ama yemeğin üzerine içeceğiniz bir bardak taze çayın da ciddi bir zararı olmuyor. Yine de gıdalardaki demiri daha fazla kazanmak istiyorsanız portakal suyu, tatlı kırmızıbiber, havuç, domates, karnabahar, lahana gibi yiyecekleri daha çok kullanmaya gayret edin. Eğer bitkisel demir kaynaklarını (mercimek, kuru fasulye, nohut, bezelye) kırmızı et gibi hayvansal bir demir kaynağı besin ile birlikte yerseniz demir kazanımızın yeterli olacağından endişe etmeyin. Mesela yumurta, bol domates, yeşilbiber ile hazırlayacağınız bir kahvaltıda yumurtadaki demirde domatesteki demir kolayca emiliyor. Bir başka çözüm yolu çocuklarınıza yemek yerken portakal suyu içme alışkanlığı kazandırmanızdır. Portakal suyunda bulunan C vitamini yiyeceklerdeki her türlü demirin emilimini kolaylaştırıyor.

Ön belirtileri neler

Hastalığın ilk belirtileri olabildiği için dışkı alışkanlığında değişme, dışkıda incelme, dışkıdan kan gelmesi, birdenbire ortaya çıkan kabızlık, kansızlık, kilo kaybı gibi belirtilerle karşılaşanların kolon kanseri yönünden hemen incelenmesi gerekiyor.
Kolonoskopi yaptıramayanların faydalanacakları ucuz ve güvenilir bir tarama testi daha var: Gaitada gizli kan testi. Kolonoskopi kadar güvenilir olmasa da bu testin de yılda bir kez tekrarlanmasında yarar var. Gizli kan testi kötü çıkanların her halükarda kolonoskopik incelemeye tabi tutulması gerekiyor.
Kalın bağırsak kanserinin daha yakalanmadan yok edilebilecek bir tehlike olduğunu ve erken teşhis edilmesi halinde iyileşme şansının çok yüksek bulunduğunu unutmayın. Yıllık taramalarınıza kolonoskopik incelemeyi ve gizli kan taramalarını da ekletmeyi ihmal etmeyin.

Korunmak için ne yapalım

Sebze ve meyve alışkanlığı edinin.
Tam tahıllı ürünlerden, bakliyattan vazgeçmeyin.
Kilo almayın.
Hareketli bir hayat tarzı oluşturun, sık sık yürüyün.
Alkol ve sigaradan uzak durun.
Kırmızı eti, özellikle barbekü tarzı pişirilenleri az yiyin.
Transyağlardan uzak durun.
Yoğurdu ihmal etmeyin.
Tütsülenmiş yiyecekleri azaltın.

SAÇ DÖKÜLMESİ ÖNLENEBİLİR Mİ?-Osman MÜFTÜOĞLU

Saç dökülmesi son zamanlarda öne çıkan bir kozmetik problemdir.

Sorun hem yaygınlaştığı, hem de eskiye oranla daha çok ciddiye alındığı için popüler hale geldi. Konunun birinci muhatabı kadınlar olsa da erkekler de saç dökülmesinden hoşlanmıyor. Saç dökülmesinin birçok sebebi var. Birinci neden zannedildiği gibi beslenme yanlışları ya da bazı hastalıklar değil. Saç dökülmesinin sırrı özellikle erkeklerde genlerde ve hormonlarda gizli. Çoğu zaman saçın kalitesini ve dökülüp dökülmeyeceğini genler belirliyor. Yani bazen siz ne yaparsanız yapın saç dökülmesi önlenemiyor.

BESLENME YANLIŞLARI ÖNEMLİ

Saç kaybının hızlanmasında beslenme yanlışlarının da rolü olabiliyor. Örneğin hiç kırmızı et yemeyen genç kızlarda demir eksikliği sık görülen bir saç dökülmesi nedeni. Ayrıca çinko eksikliği, magnezyum noksanlığının da saç dökülmesine yol açabileceği ileri sürülüyor. Uzmanlar Omega-3 yağlarından, B vitaminlerinden (özellikle B12 ve biyotin) zengin beslenenlerde saç dökülmesi olasılığının azaldığını söylüyor. Yeşil çayın da önleyici bir destek olabileceği belirtiliyor.

BAZEN HASTALIK İŞARETİ

Saç dökülmesi bazı hastalıkların da belirtisi olabiliyor. Tiroid yetmezliği veya hipertiroidide, böbrek üstü bezlerinin yetersizliğinde, bazı sinir sistemi hastalıklarında, saçın mantar ve bazı mikrobik hastalıklarında, bağışıklık sistemi bozukluklarında da saç dökülmesi ortaya çıkabiliyor. Ayrıca ilaçlara bağlı saç dökülmeleri de sık görülen bir durum. Saç dökülmesinden şikâyet edenlerin kullandıkları ilaçları da gözden geçirmeleri gerekiyor. Örneğin kortizon ve testosteron hormonları içeren ilaçlar saç dökülmesine yol açabiliyor.

STRESE DİKKAT

Eğer saç dökülmesi probleminiz varsa bu sorunun arkasında ruhsal etkenlerin de olabileceği aklınızda olsun. Saça zarar veren boyalardan ve klorlu sulardan uzak durun. Kimyasallardan saçınızı koruyun ama problemin sıradan vitamin ve mineral destekleriyle geçiştirilemeyeceğini de unutmayın. Çözüm için “saç merkezi” gibi adlarla size yardımcı olmayı önerenlerden uzak durun. Saç hastalıkları dermatoloji uzmanlığının ilgi alanıdır. Eğer tıbbi yardım almayı düşünüyorsanız bir dermatoloji uzmanıyla görüşmeden hiçbir öneriyi uygulamayın. Ayrıca saçınızın incelmesi, zayıflaması ve dökülmesinin normal yaşlanma sürecinin bir parçası olabileceğini de aklınızda tutun. Dermatoloji uzmanları saç dökülmesi problemi olanlarda hormon bozukluğu, ilaç kullanımı gibi sorunların olup olmadığını ortaya koyabiliyorlar. En uygun tedavi yöntemini de onlar uyguluyorlar.
Sırası gelmişken hiçbir şampuanın saç dökülmesini önleyemeyeceğini bir kenara not edin.

Unutmayın! Saçınız da cildinizin bir parçasıdır. O da cildiniz gibi “içerden beslenir, dışardan desteklenir”. Şampuanların saçları beslediğini düşünmek hoş bir hayaldir.

KALBE NELER İYİ GELİYOR-Osman MÜFTÜOĞLU

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU - Kalbe neler iyi geliyor

Kalbinize dost bazı besinler var. Bunları daha sık yerseniz kalbinizin daha güçlü olur ve sağlıklı kalır.

Kalp dostu yiyeceklerin başında ceviz geliyor. Öyle ki 2004 yılında Amerikan Besin ve İlaç Dairesi (FDA) ceviz paketlerinin üzerine bile “kalp sağlığını destekler” ibaresinin konulmasını onayladı. Burada dikkat etmeniz gereken nokta miktarı abartmamak. Günde üç veya dört ceviz bu işe fazlasıyla yetiyor. Ceviz Omega-3 ve folik asitten zengin içeriği yanında, kolesterol azaltan fitosteroller ve antioksidanları ile de kalp sağlığını destekliyor. Aynı güç bence fındıkta da var. Günde 6-8 fındık damar sağlığınızı en az ceviz kadar güçlendirecektir.

ÇAY, DOMATES ZEYTİNYAĞI...

Eğer kalbinizi düşünüyorsanız çay için. Ama yemek borunuzu ve midenizi korumak için üfleyerek içmeyi sakın unutmayın. Özellikle yeşil çayda miktarı biraz daha fazla olan kateşinler antioksidan güçleriyle koroner damarları kolesterolün ve diğer yangısal süreçlerin etkisinden koruyor. Kalbinize daha çok destek olmak istiyorsanız domates , salça ve ketçap gibi domatesli yiyeceklerden de istifade edin. Domatesteki likopen tam bir kalp dostu. Özellikle pişirildiği zaman domatesteki likopen daha kolay serbestleşiyor, kan emilmesi ve kana karışması hızlanıyor. Domatesin üzerine birkaç damla yağ eklerseniz likopenin emilmesi daha da çoğalıyor. Bu durumda yağ olarak da zeytinyağını tercih etmenizde fayda var. Çünkü zeytinyağı tekli doymamış yağlardan zengin yapısıyla kalbinizin en güçlü koruyucuları arasında yer alıyor.

Eğer kalbimi daha da güçlendireyim diye düşünüyorsanız elma yemeyi ihmal etmeyin. O ünlü atasözü geçerliliğini bugün de koruyor: “Her gün bir elma giren eve doktor girmez”. Yeşil kırmızı fark etmiyor, elma zengin posa yapısı, güçlü antioksidan içeriği sebebiyle kalp dostu meyvelerin ilk sıralarında yer alıyor. Üzüm de kalp dostu bir meyve. Özellikle çekirdekli üzümü çekirdeklerini keyifle çiğneyerek- yemeniz tavsiye ediliyor. Kalp dostu meyvelere potasyumdan zengin yapısı nedeniyle muzu da eklemekte fayda var. Bu listeyi yaparken yulaf ve fasulye gibi bakliyat grubu yiyecekleri eklemek şart. Balık da kalbe dost bir yiyecek. Omega-3’ten zengin yapısı nedeniyle listeye balığı da eklemek gerekiyor.
Listeyi daha da zenginleştirmeniz mümkün. Mesela sarımsağa, soğana da yer verebilirsiniz. Karpuzu ve kayısıyı da ilave etmenizi tavsiye ederim.
Son birkaç önerimiz daha var: Kalbinizi daha da güçlendirmek istiyorsanız onu güneşten faydalandırın.

TANSİYON SORUNU-Osman MÜFTÜOĞLU

Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği’nin verilerine bakılırsa, Türk halkının tansiyonu yükseliyor. 60’lı yıllarda yüzde 10-15 civarında olan hipertansiyona yakalanma olasılığı, son yıllarda yüzde 30’ların üzerine çıkmış! Bu rakamlar yakın bir gelecekte bizim de bir hipertansiyon salgınıyla karşı karşıya kalabileceğimize işaret ediyor.

DÜNYA Sağlık Örgütü (WHO), hipertansiyonu önlenebilir ölüm nedenleri arasında ilk sıraya yerleştirmiş. Özellikle iskemik kalp hastalıkları ve beyin damar hastalıklarına bağlı olan hastalanma ve ölüm oranlarını azaltmada, hipertansiyonla mücadelenin çok önemli bir yeri var. Yaygın ve çok önemli bir sağlık sorunu olmasına rağmen ciddi bir belirti vermediğinden sinsice yayılıyor. İlk belirtisi kalp krizi, felç, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği ya da görme kaybı olabiliyor. Bazı doktorlar hipertansiyon için "sessiz katil" tanımını belki de bu nedenle kullanıyor.

Kan basıncı yüksekliğini belirlemenin tek yolu tansiyonu ölçmek! Eğer tekrarlanan ölçümlerde kan basıncı 140/90 mm. Hg’nin üzerinde bulunursa durum ciddi, hipertansiyon kalıcı kabul ediliyor. Bununla birlikte 130/80’in üzerindeki değerler bile önemli bulunuyor. İşte bu nedenle hiçbir sorunu olmayanlarda dahi kan basıncını yılda en az bir kez ölçmek gerekiyor. Ölçüm sıklığını ellili yaşlar sonrasında yılda iki veya üç olarak sıklaştırmak gerekiyor.

Tuzu azaltın

Hipertansiyonun pek çok nedeni var ama fazla tuz tüketimi çok önemli bir faktör. Türk halkı tuzlu yiyeceklere çok düşkün. Beslenme kültürümüzde turşu, sucuk, tuzlu zeytinler, peynirler, pastırma, kebap, salamuralar gibi tuzdan zengin yiyecekler, tuzlu kuruyemişler çok fazla. Son yıllarda hazır ve paketlenmiş besinleri, dondurulmuş ürünleri daha yaygın kullanılmaya başladık. Pizza, hamburger, patates kızartması çok yiyoruz. Bütün bunlar tuz tüketimimizi arttırdı (Maksimum 4-6 gram civarında olması gereken bir günlük tuz tüketimi, Türk Hipertansiyon Derneği verilerine bakılırsa 18 gram civarına yükselmiş durumda). Tuz tüketiminde Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesi şampiyon! En az tuzu Egeliler tüketiyor. Hipertansiyonla mücadelede özellikle tuz tüketimi konusunda çok dikkatli olmamız, bu kötü alışkanlıktan bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Ne yapıp etmeli, az tuzlu besinlere ağırlık vermeliyiz.

Kilo sorununun yaygınlaşması da önemli bir faktör. Kilo sorunu olanlar zaten çok tuz tüketen kişiler olduğu için problem daha da büyüyor. Ayrıca stres, tembellik, sigara ve alkol kullanımındaki yaygınlaşma da toplum sağlığını tehdit eder boyutlara ulaştı. Bu kötü alışkanlıklar hipertansiyona yakalanma olasılığını da yükseltiyor.

Erken teşhis

Hipertansiyonlu kişilerin erken teşhis edilmesi başta kalp, böbrek ve göz hastalıkları olmak üzere birçok hastalığı önleyebilir. Erken teşhis çoğu hastada sorunu belki de ilaç bile kullanmadan çözmeyi sağlayacaktır. Eğer tansiyonunuzun kaç olduğunu bilmiyorsanız mutlaka ölçtürün. Kan basıncınızı bilmeniz kilonuzu, boyunuzu, yaşınızı bilmeniz kadar önemli bir nokta. Bu ölçümleri belli aralıklarla tekrarlamayı da ihmal etmeyin. 20-50 yaş aralığında yılda bir-iki kez, elli yaş sonrasında ise iki-dört kez kan basıncınızı ölçün ve bir kenara not edin. Eğer bu ölçümlerde 135/85 mm.Hg’nın üzerinde rakamlarla karşılaşacak olursanız ölçümleri daha sık aralıklarla tekrarlayın. Benzer değerler çıkıyorsa doktorunuzla görüşmeniz gerektiğini aklınızdan hiç çıkarmayın.

Kampanya var

’Türkiye’nin tansiyonunu ölçüyoruz’. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği’nin Sağlık Bakanlığımız ile işbirliği içinde yürüttüğü bir kampanyanın adı bu. Kampanya tansiyonunuzu ölçme şansını ayağınıza getiriyor. 11 Mayıs 2009 tarihinde Ankara’da Kızılay ve Tandoğan’da, 12-13 Mayıs’ta İstanbul’da Eminönü ve Kadıköy’de, 15-16 Mayıs’ta Antalya’da Cumhuriyet Meydanı’nda derneğin görevlendirdiği doktorlar tam teşkilátlı bir araçla sizi bekliyor olacaklar. Faydalanmanızı öneriyorum.

Hipertansiyon nedenleri

Hipertansiyon çok yaygın bir hastalık olmasına rağmen çoğu hastada belirli bir neden saptanamıyor. Ailevi-genetik faktörlerin önemli olduğu biliniyor. Gözden kaçmış böbrek hastalıkları, böbreküstü bezi sorunları, hormonal değişimler, kilo kazanımları, ruhsal gelgitler, psikolojik sorunlar etkili olabiliyor. Özellikle genetik mirasında hipertansiyon sorunu olanlar, bol kalorili, bol tuzlu ve yağlı beslenir, egzersiz yapmayı ihmal ederlerse, hele bir de bu yanlışa kilo almayı özellikle de göbeklenmeyi- eklerlerse hipertansiyon riski artıyor. Sigara, alkol kullananlarda da risk fazlalaşıyor. Yaş arttıkça hipertansiyona yakalanma olasılığı da artıyor. Diyabet, kolesterol yüksekliği, iyi kolesterol azlığı, trigliserid fazlalığı, ürik asit yüksekliği gibi sorunları olanların hipertansiyon olasılığı yönünden daha dikkatli olmaları gerekiyor. Doğal beslenme tarzından uzaklaştıkça hipertansiyona yakalanma olasılığı artıyor. Belki de bu nedenle şehirlerde yaşayanlar hipertansiyona daha kolay yakalanıyor.

Hipertansiyon belirtileri

Hipertansiyona ait özel bir belirti yok. Bazı hastalarda baş ağrısı, ensede ağrı ve dolgunluk hissi, yorgunluk, kendini kötü hissetme hali, baş dönmesi, burun kanamaları gibi şikáyetler olabiliyor ama bu belirtilerin hiçbirisi tipik değil. Daha birçok hastalıkta benzer işaretler görülebiliyor. Tansiyonu çok yüksek bir hastada hiçbir belirti, işaret, şikáyet de olmayabiliyor.

İlaca ne zaman başlamak gerekir

Hipertansiyon tanısı konulanların önemli korkularından biri ilaca başlamak zorunda kalmalarıdır. Ömür boyu her gün ilaç kullanmaya mahkûm olmaktan haklı olarak kimse hoşlanmaz. Ama ne var ki eldeki istatistiksel veriler de, klinik tecrübeler de tekrarlanan ölçümlerde kan basıncı değerleri 140-90 mm/Hg’den yüksek bulunan kişilerde ilaç tedavisine başlatılması gerektiğine işaret ediliyor. Tabii ki bazı hastalarda tedaviden önce tuzu kısıtlamak, potasyumu artırmak, kilo vermek, uykuyu, stresi düzenlemek gibi yaşam tarzı değişikliklerini de yapmak gerekiyor. Bütün bunlara rağmen kan basıncı ayarlanamıyorsa ilaç kullanmamak kullanmaktan daha tehlikeli problemlere yol açıyor.

KOLESTEROL İLAÇLARINA NE ZAMAN BAŞLANMALI-Osman MÜFTÜOĞLU

Kolesterol ilaçlarına ne zaman başlamalı - Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU

Kolesterolünüz yüksekse mutlaka ilaç kullanmak zorunda değilsiniz.

Kötü kolesterol yüksekliğinin tedavisinde ilk aşama, beslenme önlemleri almak ve hareketli bir hayat sürmektir. Bazen bu önlemler yeterli olmaz. Sadece sebze meyve yiyip, her gün bir saate yakın egzersiz de yapsanız kolesterolünüz yeteri kadar düşmez. İşte böyle durumlarda kolesterol düşürücü ilaçlardan faydalanmak gerekebiliyor.

KOLESTEROLÜ düşürmek için en çok kullanılan ilaçlar, ortak bir isimle tanımlanıyor: Statinler! Statinler son yıllarda bizde de 'çok kullanılan ilaçlar ligi'nin ilk sıralarında yer almaya başladı. Bu ilaçları da gereksiz ve dikkatsiz kullanma eğiliminde olduğumuzu düşünen hekimlerden biriyim. İflah olmaz statin karşıtlarından ne kadar uzaksam, her reçeteye statin yazma konusunda da o kadar duyarlıyım. Diğer ilaçlarda olduğu gibi kolesterolü dengeleyen ilaçları kullanmada da temel sorumluluk biz doktorlara düşüyor.

Ne var ki bu ilaçlara ne zaman başlanacağı konusunda bizim de kafamız karışık. Çünkü elimizde net bir yol haritası hálá yok! Kısacası LDL ve HDL kolesterol değerlerinin hangi noktalara ulaştığında ilaç tedavisine başlanması gerektiği konusunda doktorlar da kararsız...

Faydaları da var Statinler karaciğerde kolesterol üretimini düşünerek LDL kolesterolü azaltıyor. LDL kolesterol azalınca matematiksel bir toplamdan ibaret olan total kolesterol de azalıyor. Her gün alınan 5 mg atorvastatin, 10 mg sinvastatin, 20 mg pravastatin, 40 mg fluvastatin LDL kolesterolü yüzde 30, total kolesterolü yüzde 20 civarında azaltıyor.

Statinlerden bazıları trigliserid isimli yağı da azaltabiliyor. Özellikle atorvastatin içerenler trigliserid düzeylerinde yüzde 20'leri geçen düşüşler sağlayabiliyor. Hatta günde 80 mg dozda kullanıldığında atorvastatinin (ciddi trigliserid yüksekliği olan kişilerde) yüzde 60'lara varan düşmeler sağlayabildiği görülüyor. Statinlerin HDL kolesterol düzeylerini birazcık artırabileceği biliniyor ama bu etki son derece sınırlı. Çoğu zaman yüzde 5-10 oranında bir artıştan fazlası beklenmiyor.

Yan etkileri var Kolesterol yüksekliği problemi olan çok sayıda hastayı izleyen ve değişik statinleri sık sık kullanan bir hekim olarak kişisel kanaatim statinlerin güvenli ilaçlar olduklarıdır. Çok endişe edilen karaciğer ve kas hasarı yaklaşık yüzde bir-iki oranında görülüyor. Çoğu zaman ilaç kesildiğinde bu yan etkiler de kendiliğinden iyileşiyor. Bana göre statinler arasında yan etki oluşturma yönünden de etkinlik potansiyeli bakımından da ciddi farklar yok. Her statini farklı hastalarda kullanmak mümkün olabiliyor.

Yeni üretilen statinlerin eskilere oranla çok önemli avantajlar sağladığı düşüncesinde değilim. Bu nedenle, özellikle patent koruma sürecinde olan statinleri kullanmak yerine jeneriklerinden de faydalanılabileceğini ve bu şekilde ciddi bir ilaç ekonomisi tasarrufu sağlanabileceğini düşünüyorum.

Ne zaman kullanmalı Statinlerin özellikle kullanılmaları gerektiği bazı durumlar var. Örneğin kalp damar hastalığı kanıtlanmış olanlar, tıbbi öyküsünde koroner by-pass operasyonu, koroner stend uygulaması gibi girişimler bulunan kişilerde LDL kolesterolün 100mg/dl'yi geçmemesi arzu ediliyor. Hatta bazı koşullarda 70 mg/dl civarında tutulması gerektiği belirtiliyor. İşte bu hastalarda statin tedavisine başlamak için çok fazla tutucu olmamak gerekiyor. Ayrıca HDL kolesterolü 35 mg/dl'nin altında olan hastalarda da LDL kolesterolü 100'ün altına indirmek için statin kullanmayı düşünmekte fayda var. İnme geçiren, periferik damar hastalığı olanlarda da LDL kolesterol seviyelerini özellikle HDL kolesterol düşüklüğü de varsa- 100 mg/dl'nin altında tutacak dozda statin tedavisi planlamak gerekiyor.

Koruyucu amaçla kullanılabilir mi

KOLESTEROL yüksekliği olan bir kişide sadece koruyucu amaçla statin kullanma konusunu dikkatle değerlendirmekte fayda var. Böyle bir durumda ne 'aşırı bir statin taraftarı olup ilaca başlamak', ne de 'iflah olmaz bir statin karşıtı gibi davranmak' hastanın lehinedir. Kalp damar hastalığı bakımından yüksek riskli biriyseniz koruyucu amaçlı statin kullanmanız mümkün ama eğer risk fazla değilse her hastaya LDL kolesterolü yüksek olduğu için koruyucu amaçlı statin başlamak doğru olmayabiliyor. Örneğin ailesinde kalp damar hastalığı erken yaşlarda görünenler, şeker hastaları, sigara içenler, HDL kolesterolü çok düşük olanlarda koruyucu tedaviyi de düşünmek gerekiyor. Doğrusu her kişide ciddi bir risk değerlendirmesi yapmak, kişisel sağlık öyküsünü incelemek.

Statinleri akşam yemeğinde alın

DÜŞÜK kolesterollü, az yağlı, doymuş yağları sınırlı beslenmeye ve aktif bir yaşam sürmeye devam edin. Doktorunuzun verdiği ilacı değiştirmeyin. Statinleri akşam saatlerinde almak daha etkili oluyor. Bunun nedeni karaciğerde kolesterol üretim hızının gece saatlerinde en yüksek düzeylerde olması. Bu nedenle statinleri akşam yemeğiyle yatma saati arasında alın. Eklem kas ağrıları, kas güçsüzlüğü, yorgunluk, genel halsizlik, iştahsızlık gibi belirtiler olursa doktorunuzla görüşmeyi ihmal etmeyin. Geçmişinizde karaciğer hastalığı kas hastalığı varsa doktorunuza hatırlatın. Cinsel güç azalması, saç dökülmesi, kabızlık, mide şikáyetler bazı hastalar tarafından belirtilse de statinlerle ilişkili bulunmuyor.

HDL kolesterolü 60'tan fazla ise

HDL kolesterolünüz, yani iyi kolesterolünüz 60'ın üzerinde ise bu durum koroner kalp hastalığı yönünden negatif bir risk faktörü olarak kabul ediliyor. Şanslı biri olduğunuzu düşünüp sevinebilirsiniz. Özellikle geçmişinizde koroner kalp hastalığı öykünüz yoksa, by-pass operasyonu, stend tatbiki gibi girişimler uygulanmamışsa, kötü kolesterol LDL'niz çok fazla yükselmediği sürece statin kullanımına başlamanız çoğu zaman gerekmez. Bu şansı yakalayanlarda ciddi LDL yükselmeleri olmadıkça koruyucu statin tedavisi ertelenebiliyor.

BOTOKS'DA YENİ GELİŞMELER-Osman MÜFTÜOĞLU

Amerika’da yapılan yeni bir çalışma botoksun cildin belirli bir bölgesinde kırışıklıkları azaltırken, diğer taraflarda arttırabildiğini ortaya koydu.
Son yirmi yılda Anti-aging alanına damgasını vuran en önemli buluş “kırışıklıkları azaltmak için botoks kullanmak” olmalı. Uygulama kolaylığı ve fiyat avantajı nedeniyle botoksun yaşlanma yolculuğunun işaretlerini gizlemede kararlı olanlara ciddi ölçüde yardımcı olduğu kesin. Altmış yaşındayken bile kendinizi 35-40 yaşında göstermenin en etkili yollarından biri olan bu uygulamayla ilgili tartışmalar son yıllarda gündemden hiç düşmüyor. Bazıları botoksun ciddi bazı sağlık zararlarının da olabileceğini ileri sürüyor. Amerika’da yapılan yeni bir çalışma botoksa duyulan kuşkulara bir yenisini daha ekledi: İddiaya göre botoks bir taraftan cildin belirli bir bölgesinde kasları felç ederek kırışıklıkları azaltırken, diğer taraflarda kırışıklıkları arttırabiliyor! Bu bilgi ne kadar doğru bilemem ama bence daha büyük, geniş ve uzun süreli araştırmalarla teyit edilmesi gerekiyor. Tıpta kısa süreli ve tek araştırmayla sınırlı sonuçlara bakarak karar vermek hatalı olabiliyor.

Diğer taraftan birçok molekülde problemlerin 15-20 yıl sonra ortaya çıktığı dikkate alınırsa bu bulguyu yok saymamakta da yarar var. Şimdilik yapılacak en doğru şey gelişmeleri dikkatle izlemeye devam etmek olmalı. Bana sorarsanız yaşlanma şeklimiz %25-30 oranında genlere, %70-75 oranında yaşam tercihlerimize bağlı. Bu nedenle yaşlanmanın cilt belirtilerini azaltmada botoks kadar yaşam tercihlerimiz de önemli. Bu işi sadece botoks enjeksiyonlarıyla düzeltmek yanında doğru beslenmeyi, bağışıklık sistemini güçlendirmeyi, stresle mücadele etmede başarılı olabilmeyi, cildi güneşten sigaradan, alkolden, zararlı kozmetiklerden koruyabilmeyi de unutmamak gerek. Şu noktayı yeniden hatırlatayım: Ben botoksa karşı değilim. Kendim hiç denemedim ama isteyenlere yaptırabileceklerini söylüyorum. Bence tek zararı botokslanmış ciltlerin doğallığını kaybedip kadınları “aynılaştırması!”

CİLT KANSERİ VE GÜNEŞ İLİŞKİSİ-Osman MÜFTÜOĞLU

Güneş-cilt kanseri ilişkisine dikkat!

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU : "Cilt kanserine yakalananların sayısı arttı. Bu durumun ilk sorumlusu olarak güneş ışınları gösteriliyor. Özellikle uzun süre güneşte kalanların cilt kanseri riskine karşı mutlaka koruyucu önlemler almaları gerekiyor."

Cilt kanserinin birden çok çeşidi var. Güneşle ilişkili olan cilt kanserleri daha çok açık tenli kişilerde görülen ve ciltte başlangıçta kabuklanma-pullanma, sertleşme ve daha sonra da kaşıntı, kanama gibi sorunlara yol açan değişimlerle kendini gösteriyor. Cilde yavaş yavaş yerleşen, zamanla kabuk tutan ama bir türlü ortadan kaybolmayan bu tür değişimler varsa cilt kanseri yönünden uyanık olmak gerekiyor.

Eğer bu belirtiler alın, yanak, boyun, dudak, kulak, el, kol ve göğüs gibi güneşe maruz kalma ihtimali fazla olan yerlerde meydana geliyorsa daha da dikkatli olmakta fayda var.

ULTRAVİYOLE DNA’YI BOZUYOR

Ozon tabakasının tahrip olması güneş ışınlarına eskiye oranla daha fazla maruz kalmamıza yol açıyor. Güneş ışınları diğer dış zararlılar gibi ihtiva ettiği ultraviyole dalgalarıyla deri hücrelerinin DNA yapılarını bozuyor. DNA yapısı bozulmuş hücre çoğaldığı zaman kanserleşebilen, anormal ve kontrol dışı yeni hücrelerin yapımını kolaylaştırıyor.

Güneş ışığı ne kadar yoğun, güneşe maruz kalma süresi ne kadar uzunsa kansere yakalanma riski de o kadar artıyor. Aslında yaz aylarında o pek de hoşumuza giden cilt bronzlaşması süreci cildin maruz kaldığı ultraviyole ışınlarına gösterdiği tepkiden, yani “yandım Allah” diye feryat etmesinden başka bir durum değil. Yani gerçek bir “yanık” durumu söz konusu. Eğer işi abartır, cilt hücrelerinizi yakıp kavurmaya, DNA’larını parçalamaya devam ederseniz doğal olarak riskiniz daha da artacaktır.

SOLARYUM DAHA DA TEHLİKELİ

Bu gözlemi araştırmalar da doğruluyor. Çocukluk veya gençlik dönemlerinde güneş ışınlarına kontrolsüz, korunmasız, uzun süre ve yoğun bir biçimde maruz kalan kişilerin orta ve ileri yaşlarda cilt kanserine yakalanma olasılıklarının daha yüksek olduğu belirtiliyor. Aynı uyarı sık sık solaryuma girip, kış günlerinde bile çikolata renkleriyle ortada gezen solaryum tutkunu kadınlara da yapılıyor. Tekrarlanan ve abartılan solaryum yanmalarının da cilt kanseri sıklığını artırdığı bilinen bir gerçek.

Özellikle aile geçmişinizde cilt kanseri hikâyeniz varsa, açık tenli biriyseniz, vücudunuzda koyu renkli, büyüme eğilimi olan çok sayıda ben varsa ya da kabuklanan, kanayan, soyulan irice benlere sahipseniz, güneş ışınlarından ve solaryumdan uzak durmanızda fayda var. En azından ciddi düzeyde koruma önlemleri almanız şart.

Güneşten korunmak için

Güneş ışınlarından korunmak için kaliteli ve güçlü güneş kremleri kullanmanız gerekiyor. Ama maalesef bazı kremler üzerlerinde yazdığı düzeyde koruyucu faktör içermiyor.

Son yıllarda güneş ile ilişkili cilt kanseri olgularının artması, ciddi üreticileri kaliteli koruyucu ürünler üretmeleri yönünden teşvik etmiş olmalı ki bazı firmalar, hatta ilaç üreticileri, “lipozomal teknoloji” ile üretilmiş koruyucu ürünler yapıp kullanıma sundular.

Koruyucuları güneşe çıkmadan en az yarım saat önce kulanmalısınız. Gölge yerlerde kalmak, güneş ışınlarının yoğun olduğu saatlerde güneşlenmemek, şapka ve benzeri koruyucular kullanmak, güneş gözlüklerinden yararlanmak gibi önlemler de aklınızda olsun.

Fonksiyonel besinlerden yararlanın

Son zamanlarda birçok besinin arkasına eklenen şu sihirli cümle sizin de dikkatinizi çekmiş olmalı: “...ya yardımcı olur”.
Peki bazı besinlere eklenen doğal maddelerin kilo vermeye, kolesterolü azaltmaya, tansiyonu düşürmeye, belleği güçlendirmeye, bağışıklık sistemini desteklemeye, kanserden korunmaya gerçekten yardımı olabilir mi? içine sağlığı şu veya bu şekilde olumlu yönde etkileyen maddelerin katılmasıyla sağlık yararları güçlendirilmiş olan besinlerin ortak bir adları var: Fonksiyonel yiyecekler.
Mesela bir bardak portakal suyu içerken eğer içine fitosterol katılmış olanını tercih ederseniz kolesterolünüzü de azaltabiliyorsunuz. Bir bardak süt içerken içine omega-3 ve çinko eklenmiş olanını tercih ederseniz belleğinize ve bağışıklık sisteminize de yardımcı olabiliyorsunuz. Burada önemli olan yapılan eklentilerin miktarı, bir gün içinde aldığınız miktarın gerçekten o amaca yetecek kadar olup olmaması ve tabii ki o eklentinin size getireceği ekonomik yüktür.

Eğer ilgili resmi otoriteler tarafından, yani Gıda ve Tarım Bakanlığı tarafından onaylanmış bir ürünse, bu tür ürünlerden faydalanmayı düşünebilirsiniz.

KARACİĞER YAĞLANMASI VE TEDAVİSİ-Osman MÜFTÜOĞLU

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Prof.Dr. İbrahim SARAÇOĞLU ve Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Kasım Kazbay 10-15 yıldır yaşanan metabolik sendrom ve obezite salgınının tetiklediği ‘karaciğer yağlanmasını’ anlattı.

Sizi tanıyoruz! Sağlık kontrollerinizi her yıl düzenli olarak yaptırıyorsunuz. Sağlık riski analizleriniz bu yıl da yaptırdınız. Sonuçlarınızla birlikte doktorunuzdan bir randevu ayarladınız. Doktorunuz tetkiklerinizde ‘ALT ve AST enzimlerinizin yüksek', karaciğer ultrasonografinizde 'diffüz yağlanma' uyarısı saptadı. Muayenenizdeki 'karaciğerde büyüme' notu ile birlikte değerlendirdiği bu bulgularla biraz telaşlandı. Ama siz sakın telaşlanmayın. Laboratuar bulgularınızı inceleyen doktorunuzun size yönelttiği şu soruyu dikkatle yanıtlayın:

-Alkol kullanımınızı arttırdınız mı?
-Karaciğerinize zarar verebilecek bir ilaç veya kimyasal kullandınız mı?
-Kilonuzda hızlı bir artma ve/veya kan yağlarınızda, kan şekerinizde ani bir yükselme oldu mu?
İlk iki soruyu 'Hayır', son soruyu 'Evet' diye yanıtladıysanız siz de 'Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması' sorunu ile karşı karşıya olabilirsiniz. Alkol kullanımında artma (alkolik hepatit), siroza doğru ilerleyen A, B veya C tipi viral hepatitler, karaciğer kanserleri (hepatoma), karaciğerde demir (hemakromatot) veya bakır depolanması (Wilson Sirozu) hastalıkları, şeker hastalığı kanda trigliserid artışı ve daha pek çok neden 'yağlı karaciğer' sorunu ile birliktedir. Sayılan bu sorunların çoğunda karaciğerde ciddi bir hasar olmadan işi kontrol altına almak mümkündür. Karaciğer yağlanması sık görülür ve doktorları pek ürkütmez.

Çoğu kez alkolle ilişkilidir
Bunun nedeni karaciğer yağlanmalarının önemli bir kısmının uzunca bir süre gereğinden fazla alkol kullanımı ile ilişkili olmasındandır. Aslında 'alkole bağlı karaciğer yağlanması' sirozla sonuçlanabilen ciddi bir sağlık sorununun ilk devresidir. Bu nedenle de çok önemsenmelidir. Sigara kullanımına karşı yürütülen toplumsal kampanyalar alkol için de yapılmalıdır. İnsan bedeni için kimyasal bir zehir olan alkolün kontrolsüz kullanımı sağlık için düzeltilmesi olanaksız sorunlar yaratır. Alkol kullanımının yaygın olduğu toplum kesitlerinde karaciğer yağlanması ile sık karşılaşılır.

Karaciğer yağlanmasının B ve C hepatitlerinin kronikleşmesi (süreğen hepatitler), karaciğerde demir ve bakır birikmesi, bağışıklık sisteminin bedeni yanlış ve dikkatsiz denetlemesi veya bazı enzimlerin genetik olarak sorunlu biçimde geçmesi gibi nedenlerle de oluşabileceğini biliyoruz. Saydığımız bu son hastalıklar oldukça seyrek görülür.

Şimdi daha sık görülüyor

Son yıllarda 'karaciğer yağlanması' teşhisini çok daha sık koyuyoruz. Bunun pek çok nedeni var ancak en önemlisi kilo fazlalığı ve obezite sorununun yaygınlaşması. Basit, sıradan kilo artışlarının yanında metabolik sendromun (insülin direnci senromu, polikistik över sendromu), şeker hastalığının, kanda 'trigliserid' olarak bilinen yağların artışının (hipertrigliseridemi) da 'alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması' tanısındaki artışta önemli payı var. Biz, özellikle metabolik sendrom tanısı koyduğumuz hemen her hastada 'yağlı karaciğer' sorunu ile de karşılaşıyoruz. İyi kontrol edilememiş bir erişkin tipi şeker hastasında, orta derecede kilo almış bir fazla kiloluda özellikle de şişman hastalarda karaciğer yağlanması sorunu ile karşılaşmamak pek olası değil!

Doğru tanı çok önemli
Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması teşhisinin doğru konulması önemli. Yoksa yukarıda belirtilen önemli bazı hastalıkların tanısında (siroz, karaciğer kanseri, karaciğerde demir veya bakır depolanması hastalıkla¬rı gibi) geç kalınır, altın değerinde zamanlar boşuna harcanır. Teşhis için iki kıstas var: Karaciğer yağlanması belirlenen bir hastada belirgin alkol tüketi¬minin olmaması ve yukarıda belirtilen karaciğere özel hastalıklardan herhangi birinin bulunmaması.

'Yağlı karaciğer' sorunu ile karşılaşma oranındaki artışın diğer bir nedeni de tıp bilimindeki gelişmeler: Ultrasonografi gibi görüntüleme yöntemlerinin bulunması ve hızla yayılması, karaciğer enzimlerini (SGOT, SGPT, GGT) araştıran laboratuar testlerinin neredeyse sağlık ocaklarında bile yapılabilmesi, karaciğer iğne biyopsisinin kolay uygulanabilir, kolay kabul edilebilir bir tanı yöntemi haline gelmesi, tanı koyulan olgu sayısını arttırdı. 20-30 yıl önce pek çok hastanın farkına bile varılmıyordu. Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanmasının sıklığının toplum genelinde yüzde 4-6, şişmanlar arasında ise yüzde 25-30 civarında olduğu belirtiliyor. Çok aşırı şişmanlarda bu oran yüzde 95'e yükseliyor.

Metabolik sendrom ve kilo etkili

Yağlı karaciğer tanısı konulan hastaların büyük bir kısmında, metabolik sendromun bileşenleri olan 'şişmanlık-şeker hastalığı hipertrigliseridemi' üçlemesinin biri, birkaçı ya da tümü saptanıyor. Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanmasından patlamanın nedeni ise refah toplumlarının yanlış yaşam biçimi seçimleri: Aşırı kalori tüketimi, yanlış ve dengesiz beslenme, şeker tüketimindeki korkunç artış, yağ ve karbonhidrat tüketimi çılgınlığı, rafine atıştırma ürünleri ve tabii ki hareketsiz bir yaşam sürdürmekteki kararlılık!

Teshis :Yağlı karaciğer sorununun önemli bir belirtisinin olmaması da tehlikeli. Hastalık hiçbir belirti vermeden yıllarca sinsi bir seyir gösterebiliyor. Halsizlik, kırgınlık, yorgunluk, karın üst sağ bölgesinde ağrı veya dolgunluk hissi çok az hastada olabiliyor. Klinik muayenede karaciğerde büyüme dışında karaciğer hastalığını düşündürebilecek bulgulardan (sarılık, karında sıvı birikimi, memelerde büyüme) hiçbiri saptanmıyor. Hastalardaki ortak laboratuar bulgusu ALT (SGPT), AST (SGOT) ve GGT enzimlerinde görülen artıştır. Artma genellikle orta düzeylerde kalıyor, normalin 2-3 katını pek geçmiyor, AST/ ALT oranı genellikle 1 'den düşük kalıyor. Alkalen fosfataz enziminde de normalin 2-3 katı bir artış olabiliyor. Karaciğeri değerlendirmede yararlanılan diğer testler (biluribinler, albumin, protrombin zamanı) pek değişmiyor.

Tedavisi Tartışılıyor
Ultrasonografi, yağlanmanın belirlenmesinde duyarlı bir yöntem. Tomografi ve MR ileri görüntüleme araçlarına pek az ihtiyaç duyulur. Kesin tanı için kusursuz test, karaciğer biyopsisidir. Karaciğer uzmanlarının çok azı bir alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması' hastasında biyopsi önerirler. Hastalığın tahmininin kolay yapılabilmesi, biyopsinin pahalı ve riskli bir tanı aracı olması, tedavide etkili bir yöntemin henüz saptanmamsı biyopsi yapılan hasta sayısının azalmasının nedenleridir. Diyabeti, hipertansiyonu, şişmanlığı, hipertrigliseridemisi, insülin direnci olan, ALT/AST oranı 1'den az, ultrasonografisinde fibrozis saptanmayan bir hastada tanının tahmini' de konsa, tutma olasılığı yüzde 90’dan fazladır!

Antioksidanlar yararlı
‘Alkol ile ilişkisiz karaciğer yağlanması’ sonuçları pek tehlikeli olmayan bir sorunudur. Siroz, karaciğer kanseri, karaciğerin depo ve immün hastalıkları gibi ciddi nedenler ekarte edilmelidir. Tedavide kilo vermek, kan şekerini düzenlemek, trigliserid seviyelerini indirmek çok etkilidir. Kan yağlarını azaltan clofibratdan, gemfibrozisden bir reçine olan ursodeoksikolik asid’den insülin direnci saptananlarda metformin ve thiazolidinedine'lerden yararlanıyoruz. Karaciğer yağlanmasını azaltmanın yeni bir yolu da 'antioksidan’ tedavisi, E vitamini, betaine ve Nacetyl cystein en sık kullanılan antioksidanlar.

Karaciğer yağlanmasının nedenleri
• Metabolik sendrom
• Obezite / şişmanlık
• Şeker hastalığı
• Trigliserid fazlalığı
• Endüstriyel toksinler
• Bakır depo hastalığı
• Demir depo hastalığı
• İlaçlar (Kortizon grubu; Diltiazem, nifedipine, amiodarone)
• Karaciğer depo hastalığı
• Sirozun ilk evreleri

NASIL KORUNACAKSINIZ

Özellikle "metabolik sendrom" eğilimli bir bünyeniz ve genetik mirasınız varsa alkolden, fazla kalori tüketmekten, karbonhidrat (unlu-şekerli besinler) tutkunu biri haline gelmekten, kana hızla karışan -glisemik yükü fazla- besinlerle beslenmekten uzak bir yeme içme tarzı oluşturun. Tembelliği bırakın ve daha aktif bir hayat kurun! Bu değişimlerin karaciğerinizin de hoşuna gideceğini ve ona "ilaç gibi" geleceğini siz de göreceksiniz.

Alkolden uzak durun

Alkol kullanımının artık sosyal bir olgu gibi görüldüğü günümüzde, kullanılan alkol miktarının veya sıklığının abartılması halinde "karaciğerin isyanı" başlıyor. Alkolden zarar gören karaciğerin verdiği ilk uyarı mesajı "yağlanmak" ile başlıyor. Eğer dikkat edilmez, alkol tüketiminin sınırı zorlanırsa, siroza kadar varabilen uzun, tehlikeli ve geri dönüşü olmayan bir yolculuk başlıyor. Alkollü içkilerin tümü "etil alkol" içeriyor ve bu madde bilinen en önemli karaciğer zararlısı. Alkol kullanımının hızı yüksek, miktarı fazla, sıklığı çoksa karaciğer yağlanması kaçınılmazdır. Karaciğerinizin bir günde taşıyabileceği toplam alkol yükü kadınlar için bir, erkekler için iki ölçüdür. Bir ölçünün 300-350 mililitre bira, 100-150 ml şarap, 35-40 ml distile içki (rakı, viski, votka, cin) anlamına geldiğini hatırlatalım.

İLAÇLAR DA YAĞ YAPIYOR MU

Dikkatsiz ve bilinçsiz ilaç kullanımının da karaciğer yağlanmasına yol açtığını unutmayın. İlaçların yan etkisi, en çok karaciğer, kemik iliği ve böbreklerde ortaya çıkıyor. İlaçlara bağlı karaciğer hasarının ilk aşaması da karaciğer yağlanmasıdır. Zarar veren etken devam ederse hadise çoğu kez kronikleşmiş karaciğer yangısına ve siroza doğru ilerlemektedir.
Karaciğer Yağlanması Göbeklenmenin Sonucu (O.Müftüoğlu)

KARALAHANA GUATR YAPAR MI?-Osman MÜFTÜOĞLU

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU Tiroid bezinin kanser ve iltihabi nedenler dışında büyüdüğü durumlara guatr deniyor.

Guatr özellikle bizim için çok önemli. Çünkü ülkemizde guatrın çok yaygın rastlandığı coğrafi alanlar var.

Bir yerleşim bölgesinde halkın yüzde 10’undan fazlasında guatr varsa o alan “endemik-yaygın ve yerleşik- guatr bölgesi” olarak kabul ediliyor. Bizde Karadeniz dışında Kastamonu çevresi ve Göller Bölgesi de endemik guatrın görüldüğü alanlar.

Guatrın bu kadar yaygın olmasının muhtelif nedenleri olabiliyorsa da en önemlisi iyot noksanlığıdır. Araştırmalar özellikle bizim ülkemizde iyot noksanlığının önemli bir problem olduğunu göstermiştir.

İYOTSUZ OLMAZ!

Sağlıklı bir yetişkinin günde 150 mikrogram civarında iyota ihtiyacı var. Bu miktarı yiyecek içeceklerle bedenimize kazandırmak zorundayız. Gıdalarla kazanılan iyot miktarı 50 mikrogramın altına düştüğünde tiroid bezinin hormon (T3, T4 hormonları) üretiminde azalma meydana geliyor. Bu durumda beyindeki hipofiz bezinden tiroid bezine ulaşan TSH isimli hormon uyarıları yoğunlaşıyor. TSH uyarıları artınca tiroid bezi büyümeye ve guatr süreci filizlenmeye başlıyor.

Bazı besinlerde bulunan ve tiroid hormonu üretimini aksatan maddelerin de guatr oluşumuna katkısı olabilir. Mesela karalahanada bulunan özellikle Karadeniz bölgesinde çok tüketilen bir besindir bir madde tiroid hormon yapımını engelleyebiliyor. Benzer engellemeyi bazı patates ve fasulye türlerinin de yaptığı biliniyor. Bununla birlikte karalahana ile guatr arasında doğrudan bir ilişki kurmak pek kolay görülmüyor.

DİĞER NEDENLER

Guatr başka nedenlerle de oluşabiliyor. Bazı ilaçlar (lityumlu ilaçlar), mikroplar (E.coli), iltihabi nedenler, kistler, kanamalar, antitiroid ilaçlar da guatra yol açabiliyor. Ayrıca büyüme faktörleri olarak bilinen bazı faktörler de tiroid bezinin guatr sürecine girmesine neden olabiliyor.

BUNLAR DA ÖNEMLİ

Bazı guatr olgularında tiroid bezi içinde kanamalar ya da tiroid bezinde gelişen iltihaplar nedeniyle ağrı ortaya çıkabiliyor. Büyüyen ve nodül geliştiren çok iri guatr hastalarında soluk ve yemek borusu üzerine baskı ortaya çıkabiliyor. Bu durum nefes darlığı ve/veya yutma güçlüğü gibi şikayetlere yol açıyor.

Çoğu guatrlı hastada “sinirsel kökenli” olduğu bilinen boğazdaki sıkışma hissi hastalığı uyaran ilk işaret oluyor. Ses kısıklığı, çatallanması ve boyunda ortaya çıkan şişlik de guatr için uyarıcı olabiliyor.

Guatrın özellikle kadınlarda yaygın bir sorun olduğu biliniyor. Bu nedenle kadınların bu konuda daha uyanık olmaları gerekiyor.

Guatrın belirtileri

Guatrın tipik bir belirtisi yok. Ve bu nedenle de herhangi bir şikayete sebep olmayabiliyor. Özellikle tiroid bezi fonksiyonlarının normal olduğu guatr söz konusu olduğunda (ötiroid guatr) herhangi bir şikayete rastlanmıyor. Bu kişiler dikkatli bir fiziksel muayeneden ve radyolojik değerlendirmeden geçirilmedikleri takdirde (şikayetler olmadığı ve kanda tiroid hormonu seviyeleri normal kaldığı için) çoğu zaman “senin bir şeyin yok” deyip evine gönderiliyor!

Hipotiroidi veya hipertiroidi ile beraber olan guatrlılarda ise hipo veya hipertiroidi ile ilgili şikayetler, sorunlar dikkati çekiyor. Bu kişilerde kanda tiroid hormonlarının yüksek veya düşük bulunması da önemli ve dikkati çekici bulgular oluyor.

Guatrın tedavisi

Guatr tedavisi için iç hastalıkları uzmanı veya mümkünse endokrinoloji uzmanlarından yardım almak gerekiyor. Tedavinin nasıl ve ne şekilde yürütüleceğine bu uzmanlar karar verebiliyor. Ne zaman biyopsi yapılmalı, ameliyat düşünülmeli, ne zaman ilaç veya atom tedavisi gündeme getirilmeli bütün bu sorulara en doğru cevabı işin uzmanları verebiliyor.

Ayrıca:
Akşamdan suda bekletilen bir kaç badem sabahleyin aç karnına yendiği taktirde; A,B,E vitaminleri, bitkisel yağlar, demir, fosfor, kükürt, protein, potasyum, kalsiyum selüloz ve magnezyum gibi, vucudun ihtiyacı olan minereller karşılanmış olur. (Tarafımdan her ikisi de sık sık uygulanmaktadır).

PAKET DİYET GERÇEĞİ-Osman MÜFTÜOĞLU

Kilo sorunlarına önerilen “paket diyet” lerin sayısı 1500’ü geçiyor ve hepsinin son cümlesinde aynı talimat yazıyor:

Daha az yiyin. Yani marifet diyette değil, az yemekte. Çözüm ne yediğinizde değil, ne kadar yediğinizde. Hatta aynı zamanda ne kadar hareket ettiğinizde.

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU : Öyleyse bu bulunmaz Hint kumaşı diyet gurularının önerilerini bir kenara bırakıp kendi programınızı kendiniz de yapabilirsiniz. Çünkü hiçbir diyet programı yiyeceklerinizi azaltıp aktivitenizi artırmadan kalıcı ve etkili bir sonuç sağlayamıyor. Özetle, keramet diyetlerde değil, sizdedir.

Sırası gelmişken sorunun yalnız kilo vermekle değil, düzenli bir kilo kaybıyla çözülebileceğini ve ulaştığınız sağlıklı kiloyu en az üç yıl korumanız gerektiğini de unutmamalısınız.
Çünkü
1- Hızla giden kilolar hızla geri geliyor,
2- Kiloyu korumanın kilo vermekten daha önemli olduğu anlaşılıyor.

Sizlerden gelen umumi arzu üzerine (!) biraz sıkılacağınızı bile bile çoğunu onlarca kez tekrarladığımız bazı önerileri yeniden düzenledik.

Ne Yapacaksınız? Ne Yapmayacaksınız?

NE YAPACAKSINIZ?

1- Düzenli yemek yiyin. Öğün atlamayın. Günlük beslenmenizi 10 birim kabul ederseniz kahvaltı kalorinizi 3, öğle ve akşam yemeği kalorinizi 2’şer birim olarak planlayın. 2-3 saatten fazla aç kalmayın. Kuşluk, ikindi ve yatsıda 1’er birim ara öğün alın: 1200 kalorilik bir zayıflama diyetinde sabah kahvaltısını 300, öğle ve akşam yemeklerini 200’er kalorilik olarak planlayabilir, ara öğünlerde 100 kalorilik besinler tüketebilirsiniz.
2- Günlük toplam kalori alımınızı asla 800 kalorinin altında tutmayın. 1000-1200 kalorinin altındaki zayıflama diyetlerini bir tıbbi danışma ve doktor kontrolü almadan uygulamayın.
3- Diyet süresince her gün kilonuzu izleyin. Küçük kilo artışlarında diyet ve eksersiz programınızı tekrar gözden geçirin. 250 gram üzerindeki kilo artışlarına asla müsaade etmeyin. 250-500 gramı geçen kilo alma durumlarını “sarı”, 1-2 kiloyu geçen kilo alımlarını ise “kırmızı” alarm durumu olarak kabul edin.
4- Hergün düzenli egzersiz yapın. Aerobik egzersizleri tercih edin. Egzersiz süresini 35 dakikanın üzerinde tutun. Günde ortalama 45 dakikalık düzenli yürüyüş veya yüzme gibi aerobik egzersizler daha iyidir.
5- Sizi daha çok yemeye yönelten ortamlardan uzak kalmaya özen gösterin. Dışarıda daha az dışarıda yemek yiyin. Sosyal toplantılarda alkol yerine soda-limon için. Yemek davetlerine veya restoranlara gitmeden evvel evinizde bir şeyler yiyin. Eviniz dışında da hafif, az kalorili besinlere yönelin.
6- En iyi yemek zamanı tokluk zamanıdır. Asla uzun süre aç kalmayın. Uzun açlıklardan sonra sofraya oturmak yerine sık aralarla düşük kalorili sebzeler tüketin.
7- Kiloyu kontrol etmenin en emin yolu her gün tartılmaktır. En iyisi sabahları, aç karnına, tuvaletten çıktıktan sonra ve çırılçıplak tartılmaktır. Her gün tartılmak küçük kilo artışlarına hemen müdahale etme şansınız olur.
8- Diyet yaparken veya ideal kilonuzu korurken tükettiğiniz günlük kalorinin genel olarak yüzde 35’inin karbonhidratlardan, yüzde 50’sinin proteinden yüzde 15’inin yağdan gelmesine özen gösterin.
9- Diyet yaparken unlu mamullerden, tatlılardan, şekerden ve alkolden uzak durun. Aşırı meyve tüketiminden kaçının. Fazla tuz tüketmeyin. Özellikle kalori değeri yüksek meyvelere dikkat edin. (İncir, üzüm, kiraz, kayısı...) Bol bol su içmeyi unutmayın!
10- İştah kesici ya da sindirim sisteminde yağ bağlayıcı ilaçları doktor kontrolü olmadan kullanmayın. Bitkisel zayıflatıcıların sadece mali durumunuzu zayıflattığını unutmayın. Hiçbir bitkisel zayıflatıcının yararı bilimsel olarak kanıtlanmış değildir. Bitkisel/ doğal olduğu iddia edilen birçok ürünün içeriğini ısrarla sorgulayın. İçeriğinde EFEDRİN, AMFETAMİN, KAFEİN, TİROİD HORMONU ÖZLERİ bulunan ve yasal olmayan kombine bitkisel /doğal ürünleri kullanmayın. Adı ve kimyasal yapısı ihtiva ettiği etken maddelerin belli olmayan, numaralandırılmış (G-3167, G-4640) ürünlerin çoğunda kullanımına izin verilen yasal miktarların üstünde EFEDRİN veya EPHEDRA bitkisi ekstreleri bulunmaktadır.

Bunları yapmayın

1. Bazı spor-fitness merkezlerinde egzersiz uzmanları daha güçlü egzersiz yapabilmeniz için çok önemli yan etkileri olabilen bir ilacı (ventolin) öneriyorlar. Bu ilaç sadece reçeteyle satılan ve yalnızca iç hastalıkları ya da göğüs hastalıkları uzmanları tarafından tavsiye edildiği takdirde kullanılması gereken, önemli yan etkilere sahip olabilen bir ilaçtır. Hiçbir zaman egzersiz kapasitesini artırmaz, egzersize ek bir nefes açılması sağlamaz.
2. Egzersizden hemen önce yüksek doz karnitin almak da son zamanlarda çok önerilen bir usul haline geliyor. Egzersizden önce karnitin almak faydalı ama bunun kas yapmak gibi bir avantajı olduğunu düşünmeyin. Ayrıca karnitin pek ucuz bir destek de değil. Paranız boşa gidebilir.
3. Yorgunluk tedavisinde antidepresanların çok özel bazı durumlar dışında hiç ama hiç yeri yoktur. Antidepresanlar tersine yorgunluğu artırabilirler bile. Eğer yorgunluk sorununuzun altında depresyon problemi yatıyorsa -ki yatabilir- bu sorunun çözümünün de ruh hekimleri tarafından bulunması gerektiğini aklınızdan çıkarmayın.
4. Glukozamin ve kondroidin içeren desteklerin de egzersiz yapanlar tarafından rutin olarak kullanılmaları gerekmiyor. Bu desteklerin bulantı, ishal, mide ağrısı, hatta kan şekerini yükseltme gibi önemli yan etkileri var. Ayrıca sağlam eklem kıkırdağını travmalardan koruduklarını veya güçlendirdiklerini gösteren herhangi bir çalışma da yok. Beni dinleyin, paranız cebinizde kalsın, sağlığınız durup dururken bozulmasın.

NEDEN KİLO VEREMİYORUM-Osman MÜFTÜOĞLU

Neden kilo veremiyorum

“Fazla kilolarımdan mutlaka kurtulacağım, az yiyip bol bol yürüyeceğim” sözünüzün arkasında aslanlar gibi durmanıza rağmen sabah terazinin üzerine çıktığınızda bir gram bile veremediğinizi gördükçe sinirleniyorsanız bu yazıyı dikkatle okuyun.

Çünkü “kilo direnci” sorununuz olabilir ve bu moral bozan bir süreçtir. Kilo direnci sorunu bazen yalnız sizi değil, beslenme planınızı yapan diyet uzmanı ile aktivite çözümlerinizi üreten egzersiz danışmanını bile pes ettirebilir.

Kilo direncinin en sık görüldüğü durumların başında hormonal kökenli kilo kazanımları geliyor. Eğer kilo sorununuzu oluşturan temel neden tiroid bezinizin az çalışması (hipotiroidi), böbreküstü bezlerinizin fazla miktarda kortizol üretmesi (kuşing hastalığı), pankreas bezinizin insülin direncine yol açacak derecede insülin imal etmesi (metabolik sendrom) ya da yumurtalıklarınızı kistlerin işgal etmesi (polikistik over sendromu) ise sizin de, diyet uzmanı ve egzersiz danışmanınızın da gayretleri sonuç vermeyebilir.

Kilo direncinin nedeni bazen kullandığınız ilaçlar da olabilir. Bu ilaçların başında kortizon, antidepresanlar, epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçlar, bazen de tansiyon ilaçları geliyor. Ayrıca şu veya bu nedenle hormon tedavisi gören genç hanımlarda da özellikle tüp bebek tedavisinde kullanılan hormonlarla kilo almak kolaylaşırken, kilo vermek imkânsız hale gelebiliyor.

Menopoz dönemi de kilo direncine sebep olabiliyor. Pek çok kadın daha önce uyguladığı basit diyet önlemleriyle kilo verirken menopoz sonrasında bunun imkânsız hale geldiğini görünce şaşırıp kalıyor.

ÇÖZÜM NE

Kilo direncini çözmek ve kilo vermedeki başarısızlığa çare bulmak söz konusu olduğunda mutlaka bir doktorlar görüşmeniz gerekiyor. Çünkü söz konusu bu bahsettiğim hastalıkları araştırmak sadece doktorların yapabileceği bir iş. Diğer taraftan şu veya bu sebeple kullandığınız ilaçları size reçete eden doktorla konuşmadan kesmeniz de en az kilo sorunu kadar önemli sağlık problemlerine sebep olabiliyor.

Kilo direncini kırmanın temel hareket noktası anlaşılacağı üzere arka plandaki sağlık sorununu veya ilaç kullanımı ile ilişkili problemi anlayıp çözmekten geçiyor. Bu durum dikkate alınmadan bazı geçici başarılar sağlanabilse bile etkili ve kalıcı sonuçlar hiçbir zaman elde edilemiyor.

İlaçlarınızı doktorunuza sormadan kesmeyin

Bazı ilaçlar da kilo direncine yol açabiliyor ama bu ilaçların kullanımına karar veren doktorların bilgisi dışında kesmek de en az kilo problemi kadar ciddi sorunlara yol açabiliyor. Eğer ilaçlara bağlı bir kilo kazanımı ve kilo verme güçlüğü halinden kuşkulanıyorsanız size o ilacı yazan doktorlarla bu durumu görüşmeniz ve başka bir çözüm olup olmadığını sormanız gerekiyor.

Kilo sorununuza tüylenme ve sivilceler eşlik ediyorsa

Özellikle genç kız ve kadınlarda kilo fazlalığı, tüylenme ve sivilcelerle beraberse diyet önlemleri çoğu zaman yetersiz kalır. Arka planda yatan polikistik over problemini arayıp bulmak gerekebilir. Böyle bir araştırma için ultrason incelemesi, DHEA, testesteron, LH gibi hormon analizleri ve açlık insülini tayinleri gerekecektir. Çözümü kadın hastalıkları uzmanı, dâhiliye ve endokrinoloji uzmanları birlikte planlayacaktır.

Sorun hipotiroidi mi

Tiroid beziniz yeteri kadar tiroid hormonu üretemiyorsa kilo almanız kolaylaşır, vermeniz zorlaşır. Kilolu biriyseniz TSH seviyelerinize baktırmadan diyete başlamayın. TSH'nız 3,5'tan yüksekse bu bulgu bir sorun olduğuna işaret edebilir. TSH 4,5'tan fazlaysa tiroid bezinde bir problem var demektir. Hipotiroidiyi teşhis ve tedavi etmek iç hastalıkları ve endokrinoloji uzmanlarının işidir.

İnsülin direnci kilo vermeyi sabote ediyor

Eğer elma şeklinde şişmanlıyorsanız (yani bel ve göbek bölgenizde yağ biriktiriyorsanız) kilo direncinin nedeni insülin cevapsızlığı olabilir. İnsülin cevapsızlığı sorununu ortaya koymak için 8-12 saatlik açlığı takiben kanda insülin değerleri ve kan şekeri düzeyleri belirleniyor. Açlık insülini 10 mikro üniteden fazlaysa insülin direncinden kuşkulanmak gerekiyor. 15 mikro ünitenin üzerinde olduğunda insülin direnci tanısı konulabiliyor. İnsülin cevapsızlığına bağlı bu durumlarda metformin içeren ilaçlar ve haftada 3-4 gün uygulanan tıbbi egzersiz programları, düşük glisemik indeksli bir beslenme planı problemin çözümüne yardımcı olabiliyor. Bu çözümlerin kime, ne zaman, ne dozda ve nasıl uygulanacağına doktorlar karar veriyor.

Osman MÜFTÜOĞLU-KIRIŞIKLIK KÜRÜ

Aslında bazen siz ne yaparsanız yapın sonuç pek değişmiyor. Her organınız gibi cildinizde az ya da çok ama mutlaka yaşlanıyor. Yine de yapılabilecek bir şeyler yok mu? Tabii ki var!

Enteresan bir yaz yaşıyoruz. Ve neredeyse her güne altmışını çoktan geçmiş eski bir efsanenin nefes kesici görüntüleri ya da tedbirsiz yakalanmış genç bir mankenin katmerlenmiş göbeğiyle başlıyoruz. Kısacası bu yaza paparazziler damgalarını vurdular. Kimi ünlüleri göklere çıkarıp, kimilerine dip yaptırdılar. Yani bu yaz da “genç kalma-genç görünme”, “ellilik lokum”, “altmışlık efsane” dedikodularıyla geçti.

Paparazzi kameralarının en çok yoğunlaştığı yerler selülitler, göbekler ve cilt kırışıklıkları oldu. Gazete ve dergilerdeki ünlülerin resimlerine dikkatle baktığınızda, yirmilik ya da altmışlık fark etmiyor, çoğunun kırışıklık ve selülit mağduru oldukları hemen anlaşılıyor.
Yine de yapılabilecek bir şeyler var. Eğer bazı basit noktaları gözden kaçırmazsanız yaşlanma yolculuğunda cildinize de yardımcı olabilirsiniz. İşte size özet bir yaz sonu kırışıklık kürü rehberi:

KIRIŞIKLIK AZALTMA PLANI

Güne mutlaka iyi bir kahvaltıyla başlayın. Kahvaltıda taze meyve, yumurta beyazı, kahvaltı gevrekleri, zeytin, yoğurt, taze yeşilbiber ve domatesi tercih edin. Kahvaltıdan önce alacağınız 200 miligramlık bir alfa lipoik asit ve 500 miligramlık L-karnitin tabletini, kahvaltı sonrasında 100 miligramlık bir kapsül CoQ10 ile tamamlayın. CoQ10 kapsüllerini zeytinyağıyla temas ettirdikten sonra kullanmanızı tavsiye ederim. Faydalanma olasılığınız daha da artacaktır.

Öğün atlamayın, öğle yemeğini protein, akşam yemeğini karbonhidrat (sebze, meyve, tahıl) ağırlıklı alın.
Gün boyu sık ve az su için. Şekerli ve gazlı içeceklerden uzak durun. Soda ve mineralden zengin sular en iyi tercihlerdir.
Balığa, bakliyat ve tahıllara sofranızda daha yer verin. Domatese öğlen ve akşam sofralarınızda da yer açmayı ihmal etmeyin. Nişastalı, unlu, yağlı, kızartmalı sofralardan uzak durun. Kahveyi azaltın. Yemek üstüne tatlıdan vazgeçin.

BAZILARI DA HAYAT HEDİYESİ

Salatalarınıza öğütülmüş keten tohumu, ayçiçeği çekirdeği ekleyin. Şeftali ve kayısıya ara öğünlerde öncelik verin. Karpuzu inciri üzümü abartmayın.

Son bir tavsiye: Yüzünüzdeki bazı çizgilerin hayatın size armağanları olduğunu da unutmayın...

KAHVALTI MI AKŞAM YEMEĞİ Mİ-Osman MÜFTÜOĞLU

Sosyal hayatın en sevilen öğünü akşam yemeğidir.

Akşam sofralarını aileler de, sevgililer de, iş alemi de pek sever.

Sosyal yaşamın, günün sorunları ve keyiflerinin paylaşıldığı, dostluk ve arkadaşlıkların sohbetlerle güçlendirildiği uzun akşam yemeklerini hepimiz severiz. Bu tutku özellikle hafta sonları için bir vazgeçilmez gibidir. Ne var ki beslenme açısından da, kilo kontrolü söz konusu olduğunda da günün ana öğünü akşam yemeği değil, kahvaltı olmalıdır.

Güne hazırlanmak için gereksinim duyacağınız enerjiyi öncelikle kahvaltıyla karşılamak zorundasınız. En az 7-8 saat süren gece açlığından sonra her bedenin enerjiye ihtiyacı vardır ve bu enerji kahvaltıyla karşılanmalıdır.

Kahvaltı mönüsünü hazırlarken dikkatli olmalı, ayaküstü kahvaltı alışkanlığını mutlaka bırakmalısınız. Zaman sıkıntısı çekiyorsanız, dolmuşta, trende, vapurda kahvaltı yapmak zorunda kalıyorsanız, mümkünse akşamdan bir hazırlık yapmalısınız.

Sabah kahvaltısı, günlük karbonhidrat ihtiyacınızın önemli bir kısmını kazanabileceğiniz bir öğündür. Bu öğünde beyaz şeker, reçel, beyaz un ile yapılan ekmekler yerine yavaş emilen, geç sindirilen kompleks, yani doğal, tam işlemden geçmemiş karbonhidratlar tüketmeli, yani karbonhidratlardan gelecek enerjinin vücudunuza yavaş yavaş girmesini garantiye almalısınız.

Bu amaçla peynir, zeytin, ekmek, peynirli bir tost, ekmek arası peynir, domates, salatalık, yeşil biber yenilebileceği gibi, bir kahvaltı gevreği, yoğurt-kepekli ekmek de yemek mümkündür. Kahvaltıda çay güzel bir alışkanlıktır ama taze meyve suyu veya az yağlı süt de tercih edebilirsiniz. Kahvaltıda su içmeyi de ihmal etmemenizde fayda var.

ÖĞLE YEMEĞİNDE PROTEİN ŞART

Öğle yemeğine gelince... Bu öğün önem açısından kahvaltıdan sonra ikinci sırada yer alır. Benim tavsiyem, özellikle çalışan insanların öğle yemeklerinde ayaküstü atıştırma, hızlı yemek yeme yanlışından uzak durmaya çalışmalarıdır.

Etli sebze yemekleri, tavuk, balık ya da kırmızı et ızgara edilmiş halde mutlaka yemeye çalışılmalıdır. Çünkü öğle yemeğinin protein yoğunluğu çok önemlidir. Öğle yemeğinde zeytinyağlılar, etli, kıymalı sebze yemekleri de iyi seçimlerdir.

Dikkat edilmesi gereken nokta, beyaz un ve nişastası yoğun yiyeceklerden bu öğünde de uzak durmaktır. Özellikle çalışan insanların yemek sonrası uyuklama, yorgunluk hali, terleme, dikkat dağılması gibi sorunları varsa yoğun karbonhidrat içeren üç beyazdan, yani şeker, un ve nişastadan uzak durmaları gerekiyor.

AKŞAM YEMEĞİ HAFİF OLMALI

Akşam yemeği bizde de -maalesef- en büyük öğündür. Akşam sofraları sosyal yapının ayrılmaz bir parçası, destekleyicisi, paylaşım noktası olmalıdır ama tüketilen gıda miktarına ve kalori fazlalığına dikkat edilmelidir. Aşırı ve hızla yenilen akşam yemekleri reflüden kalp krizine, gaz, şişkinlik probleminden uyku bölünmelerine kadar pek çok soruna yol açar. Bu nedenle akşam yemeğini mutlaka hafifletmenizde yarar var.

Sebze çorbası, hafif zeytinyağlı sebze yemekleri, kıymalı ya da parça etli, parça tavuklu nohut, fasulye, bezelye gibi yemekler akşam yemeği için uygun olabilir. Çoğu beslenme uzmanı aynı kaloriyi alan insanlar arasında kalorinin çoğunu sabah yerine akşam alanlarda daha kolay kilo alma eğilimi olduğunu kabul ediyor. Benim kanaatim de akşam yemeklerini hafifletmenin sağlığa daha iyi geldiği yönünde.

NEDEN KİLO ALDINIZ

Eğer kilo sorununuz varsa, yola aşağıdaki sorulara doğru yanıtlar vererek çıkmalısınız.
- Yeme alışkanlıklarınızda değişiklik oldu mu?
- Sosyal durumunuzda bir değişme var mı? (Evlenme, boşanma, şehir veya ülke değiştirme…)
- İş yaşamınızda bir farklılaşma oldu mu? (ış pozisyonunuzda ve ekonomik durumunuzda olabilecek kayıplar.)
- Aktivite düzeyinizde herhangi bir değişme var mı? (Ameliyatlar, kazalar, hastalıklar nedeniyle ya da iş seyahatleri sonucu egzersizi bırakmak...)
- Yaşam tarzınızda bir değişme var mı? (Sigarayı bırakmak, alkol kullanmaya başlamak veya alkolü artırmak…)
- Sık sık iş seyahatlerine çıkıyor musunuz, iş toplantılarınızın sayısı arttı mı?
- Sınav hazırlığı vb nedenlerle masa başı çalışmalarınız çoğaldı mı?
- Uyku bozukluğunuz var mı?
- Stres veya depresyon gibi ruhsal bir problem yaşıyor musunuz?
- Kilo aldırabilecek herhangi bir ilaç kullanmaya başladınız mı?
- Sağlık durumunuzda bir değişiklik oldu mu? (Tiroit hastalığı, hipoglisemi, böbrek üstü bezleri hastalığı…)

İNSÜLİN DİRENCİ NEDİR NASIL ÇÖZÜLÜR-Osman MÜFTÜOĞLU

İnsülin direnci nasıl çözülür?

Genetik mirasında “insülin direnci” yazanlar, kolay şişmanlar. İşin kötüsü, bu şanssız insanların kiloları arttıkça insülin direnci daha da derinleşir.

Bu da daha fazla kilo almak anlamına gelir. Yani tam bir kısırdöngü söz konusudur. Allah bu insanlara kolaylık ve sabır versin!

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU İnsülin direnci problemini çözmenin en etkili yolu, kilo vermektir. Bizim tecrübelerimize göre yüzde 5’lik bir kilo kaybı bile direnci kırmaya yetiyor, yüzde 10’un üzerindeki kilo kayıpları sorunu neredeyse çözüyor. Kilo vermek kan şekerini kontrolünü dengeliyor, kan basıncını düşürüyor, trigliseridi normal değerlere getiriyor. Bir süre sonra iyi kolesterol HDL’de yükselmeye de yol açıyor.

Kısacası insülin direnci genetik mirasta yazılı kalıcı bir “kodlanma hatası”, “genetik bir eğilim” durumudur. Bu nedenle “asla tamamen yok edilemez, sorun kökünden çözülemez” ama pek çok genetik sorun gibi o da yönetilebilen, kontrol altına alınabilen bir problemdir.

NE YAPMALI?

“İnsülin direncinin nasıl kontrol altında tutulacağı” sorusunun yanıtına gelince... Bu, bilgili bir hasta ile uzman bir sağlık ekibinin birlikte çalışarak başarabileceği bir iştir. ınsülin direncini normale getirmek, sadece ilaç yutmak veya yalnızca diyet yapmakla mümkün olmaz. Bu iki önlem birlikte uygulansa bile arzu edilen sonuç her zaman alınamaz. Çünkü bu iş, egzersiz olmadan asla başarılamaz...

Sorunun çözümü, kilo vermekten geçiyor. Mevcut kilonun yüzde 10’unun kaybı, yukarıda da belirttiğimiz gibi orta ve uzun vadede mükemmel yararlar sağlıyor ama ne var ki insülin direncini yönetmeyi öğrenmeden kilo vermek oldukça zor, hatta imkânsız!

Bir miktar kilo verilse de bir süre sonra fazlasıyla geri alınıyor. Bunun için mutlaka “medikal bir kilo programı” şart. Çoğu hastada “diyet+egzersiz+ilaç” üçlüsü olmadan başarılı olmak mümkün değil.