Tansiyon Hastalarına Sıcak Uyarısı

Yüksek tansiyon hastalarının, son derece ölümcül olan beyin kanaması riskine karşı özellikle sıcak havalarda tansiyonu yükseltecek her türlü nedenden kaçınmaları gerekiyor.

Memorial Ataşehir Hastanesi Nöroşirürji Bölümü'nden Prof. Dr. Murat İmer, hava sıcaklıklarının gün geçtikçe yükseldiğine dikkati çekerek, özellikle belirli bir yaştan sonra, tansiyon hastalarında görülen beyin kanamalarının sıcak havalarda daha da artış gösterdiğini belirtti.

Tansiyonun ani ve denetimsiz yükselmesinin beyin kanamasına neden olabildiğini kaydeden İmer, beyin kanamasına doğumsal damar değişiklikleri, pıhtılaşma bozuklukları, pıhtılaşmayı engelleyici ilaç kullanımı, bazı karaciğer hastalıkları, yüksek dozda alkol kullanımı gibi nedenlerin de yol açtığını hatırlattı.

İmer, ''Yüksek tansiyon hastaları, son derece ölümcül olan beyin kanaması riskine özellikle sıcak havalarda tansiyonu yükseltecek her türlü nedenden kaçınmalıdırlar'' görüşüne yer verdi. Tansiyonun düzenli ilaç kullanımı ve sık kontrollerle kontrol altında tutulması sonucu son yıllarda beyin dokusu içine olan kanamaların sıklığında ciddi bir düşüş sağlandığına işaret eden İmer, özellikle yüksek tansiyon hastalarına şu uyarılarda bulundu:

''Sıcak havaların tansiyon hastalarında beyin kanaması riskini artırdığı bilinmektedir. Bu nedenle özellikle yüksek tansiyonlu hastalar güneş altında uzun süre kalmamaya özen göstermeli, güneşin direk etkilerinden kendilerini korumak için baş bölgelerini koruyacak şapka ile dolaşmalıdırlar. Saat 10.00-14.00 arasında güneş altında kalmamalı, aç kalmamaya dikkat edip sağlıklı ve düzenli beslenmeye özen göstermeli, gün içerisinde artan su ihtiyacını gidermeli, aşırı şiddetli baş ağrısı durumunda dikkatli olmalıdırlar. Tansiyon hastaları ilaçlarını düzenli olarak almalı, tansiyon kontrollerini daha sık yapmalıdırlar.''

Havuzlar Hasta Ediyor

Genellikle kış hastalığı olarak bilinen ve soğuk havalarda ortaya çıkan üst solunum yolu enfeksiyonları, yaz sıcaklarında da klima soğutma sistemleri ile havuzlardan bulaşıyor.

Yaz aylarında görülen üst solunum yolu enfeksiyonları genellikle lejyoner hastalığı olarak nitelendiriliyor.

Hastalığın klimalar, soğutma sistemleri ve havuzlardan bulaştığını ifade eden Memorial Antalya Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü'nden Op. Dr. Kemal Demir, "Bu hastalığı yapan mikroorganizma; bakımı iyi yapılmayan; klimalar, soğutma-havalandırma sistemleri, havuzlar ve suyun göllendiği tesisat sistemlerinde çoğalma imkanı bulur. Bu cihazların içinden geçen suların, havada uçuşan zerreciklerinin solunması veya istem dışı nefes yollarına kaçması ile bulaşır" dedi.

Lajyonerin gribe benzediğini ifade eden Demir, hastalığın belirtilerini şöyle sıraladı: "Ateş, halsizlik, kas ağrıları; daha sonraki süreçte de öksürük, balgam çıkarma, derin nefes alma isteği gibi belirtilerle ortaya çıkar. Grip ile benzer belirtiler gösterir. Ancak insandan insana bulaşmaz."

Hastalıktan korunmak için klimalar ve soğutma-havalandırma sistemlerinin genel bakımının, temizliğinin ve periyodik filtre değişikliklerinin zamanında yapılması gerektiğini vurgulayan Demir, havuzların da bakımına dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Demir, gribe benzemesine rağmen lajyoner hastalığında grip ve soğuk algınlığında kullanılan ilaçların doktor önerisiyle alınması gerektiğini belirtti.

BİLİNÇSİZ KLİMA KULLANIMI HASTA EDER
Yaz aylarında bilinçsiz klima kullanımının hasta edeceğine işaret eden Op. Dr. Demir, şu tavsiyelerde bulundu:

"Klima sık sık açılıp kapatılmamalı. Hafif ama kesintisiz birkaç saat çalıştırılmalı. Sıcaklık ayarı çok düşürülmemeli. İdeal serinliği elde edecek şekilde derece ayarı yapılıp çok değiştirilmemeli. Klimaların bakımı düzenli yapılmalı. Filtreler zamanında yenilenmeli."

Özellikle uyunacak odaların klima yerine pencere yoluyla havalandırılmasını öneren Demir, çok sıcak gecelerde zorunlu kalınırsa klimanın 22-23 derece civarında sıcaklığa ayarlanması gerektiğini açıkladı. Soğuk hava çıkış hızının (üfleme) en düşük şiddette olmasını öneren Demir, "Soğuk hava çıkış yönü odanın tavanına dönük olmalı. Sabit kalmalı. Uyuyan kişilerin üzerine direkt yönlenmemeli. Hem pencere hem klima açık olmamalı. Gece üşüme hissiyle uyanılırsa klima kapatılmamalı, sıcaklık ayarı 3-5 derece artırılmalı" şeklinde konuştu.

Sıcak, Tahammül Gücünü Zayıflatıyor

Hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyrettiği dönemlerde, sıcak çarpması vakalarında artış gözlendiğini anlatan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Acil Tıp Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gürkan Ersoy, Haziran ayı itibariyle acil servis başvurularının, sıcaklığa bağlı olarak yüzde 10 ila 20 oranında arttığını söyledi.

Ersoy, ''Özellikle yaşlılar, çocuklar ve hamileler sıcaktan çok etkileniyor. Kalp hastalıkları, sıcak çarpmaları artıyor. Sıcakla birlikte insanların tahammülü gücü azalıyor ve kavgalar yaralanmalar, darplar artıyor'' dedi.

Sıcak havanın olumsuz etkileri konusunda çocuklar, hamileler ve yaşlıların yüksek risk grubunda bulunduğunu, ancak çeşitli meslek gruplarında bulunanların da sıcak havadan etkilenme riskine karşı önlem alması gerektiğini belirten Ersoy, şöyle konuştu:

''Tatil sezonu başladı ve havalar son derece sıcak seyrediyor. Geçen haftalar biraz serin olmasına rağmen, sıcaklıklar birden arttı. Ağustos ayında görülen sıcaklık değerlerine vaktinden önce ulaşıldı. Sıcak çarpmasına dikkat edilmeli. Sıcak çarpmasına karşı en ucuz ve etkili yöntem, tedbir almaktır. 11.00 ile 17.00 saatleri arasında çok mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamak gerekiyor. Dışarı çıkılması gereken hallerde, açık renkli, ince giysiler giyerek, şapka ve şemsiye kullanılmalı, güneş gözlüğü takılmalı ve yüksek koruma faktörlü güneş kreminden yararlanılmalı. Eğer doktorunuz aksini söylemediyse 2 litrenin üzerinde sıvı tüketmelisiniz. Alkol kullanımı, mümkün olduğunca akşam saatlerinde olmalı ve az miktarlarla kısıtlanmalı. Kızartma ve baharatlı yemeklerden uzak durulmalı. Kalp, tansiyon ve böbrek hastalığınız yoksa, kortizonlu ilaç kullanmıyorsanız, doktorunuz tarafından yasaklanmadıysa, aldığınız tuzu biraz artırabilirsiniz. Terle birlikte tuz da kaybettiğimiz için halsizlik, yorgunluk, bitkinlik yapabilir.''

GÜNEŞ ÇARPMASI HALİNDE YAPILMASI GEREKENLER
Doç. Dr. Ersoy, güneş çarpan kişilere yapılacak en önemli yardımın, süratle 112 Acil Servis ekibine haber verilerek, sistemin harekete geçmesini sağlamak olduğunu söyledi.

Acil durumların her an gerçekleşebileceği ihtimaline karşı bireylerin ilkyardım eğitimi almasının faydalı olacağını söyleyen Ersoy, şunları kaydetti:

''İlkyardım eğitimi bulunmayan kişilerin yapılabileceği en iyi şey, sağlık ekiplerine haber vermek olacaktır. Doktorlar gelene kadar, hasta, usulüne uygun olarak serin bir yere taşınmalı, üzerine ıslak çarşaf örtüldükten sonra el bileği, kasıklar, koltuk altı gibi damarların yüzeye yakın geçtiği bölgelere havluya sarılı buz torbaları konulmalı, vücut sıcaklığının düşmesi sağlanmalıdır. Eğer şuuru açıksa, vücut sıcaklığını düşürmek amacıyla hastanın soğuk içecekler tüketmesine yardımcı olunmalıdır.''

Ersoy, sıcak havalarda çocukların kesinlikle otomobilin içinde yalnız bırakılmaması gerektiğini, araç içi sıcaklığın yüksek oluşunun, çocuğun hayatını tehlikeye düşüreceğini sözlerine ekledi.

Lens İle Havuza Girmeyin

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ali Karataş, kontakt lenslerle havuza veya denize girmenin doğru olmadığını söyledi.

Yaz aylarında güneş ışınlarının kuvvetlenmesiyle birlikte en hassas organlarımızdan gözümüzü korumanın büyük ödem taşıdığını söyleyen Göz Hastalıkları Uzmanı Doktor Ali Karataş, mutlaka gözlük kullanılmasını tavsiye etti.

Artan güneş ışınlarından gözü korumak gerektiğini söyleyen Karataş, "Gözün önüne herhangi bir cam dahi koysanız, gözü kısa dalga boylu zararlı ışınlardan korur. Koruma derecesi camın kalitesine göre artar. Daha iyi camlar görme kalitesini artırır. Daha düşük kaliteli gözlükler ise göz sağlığını olumsuz etkilemez, sadece görme kalitesini düşürebilir" dedi. Dr. Ali Karataş özellikle numaralı gözlük ya da kontakt lens kullanmayan kişilerin güneş gözlüğü kullanmayı ihmal etmemesi gerektiğini söyledi.

LENSLE HAVUZA, DENİZE GİRMEYİN
Yaz aylarında kontakt lens kullanan kişilerin de dikkat etmesi gerektiğini söyleyen Doruk Sağlık Grubu Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ali Karataş, kontakt lenslerle havuza veya denize girmenin doğru olmadığını söyledi. Kontakt lensin gözde iken mikrop kapması durumunda fark edilmeden enfeksiyonun ilerleyebileceğini ifade eden Karataş, "Günlük lenslerle havuza veya denize girdikten sonra çıkarılacağı için mikrop kapma olasılığı azalır" dedi.

ÇOCUKLARA ŞAPKA GİYDİRİN
Gözlerde alerji sorunlarının da mevsimlerin değişmesi ile arttığını belirten Karataş, polenler nedeniyle göz alerjilerinin ilkbahar ve yaz aylarında daha sık görüldüğüne dikkat çekerken, bu mevsimlerde göz doktorunun reçete ettiği uygun göz damlaları kullanabileceğimizi belirtti. Karataş, küçük yaşlardaki çocuklarda gözlük kullanımı zor ise şapka takmanın da faydalı olabileceğini söyledi.

Güneş Kremiyle İlgili Çarpıcı Gerçek

Yapılan bir araştırmaya göre, güneş kreminin kalitesi pahalı ya da ucuz oluşuna bağlı değil. Hatta ucuz krem daha iyi koruyor.

Okulların kapanmasıyla aileler çocuklarıyla birlikte tatil bölgelerine akın etmeye başladı. Aileler çocuklarını güneş ışınlarından korumak için en pahalı güneş kremlerini almayı tercih ediyor.

Ancak Alman kalite standardı kurumu Warentest, güneş kreminin kalitesinin pahalı ya da ucuz olmasıyla ilgisi olmadığını ortaya koydu. Hatta ucuz satılan güneş kremlerinin daha etkili olduğu ortaya çıktı.

Warentest'in 19 güneş kremi markası üzerine yaptığı araştırmada, 100 miligramının fiyatı 2 eurodan düşük olan güneş kremlerinin güneşten daha iyi koruduğu ortaya çıktı. 100 miligramın 21 euro olan en pahalı güneş kremi ise "ortalama" bir not aldı.

Kremi içeriğine bakarak seçin

Warentest aileleri güneş kremi alırken fiyatından çok içindeki suya ve güneşe karşı dayanıklı olup olmadığına dikkat etmesi gerektiğini belirtti. Warentest ayrıca bir önceki yıldan kalan güneş kremlerinin de rahatlıkla kullanılabileceğini ve güneş kremlerinin bozulmasının pek söz konusu olmadığını belirtti.

Cilt Kanserinde Aşı Umudu

Ameliyata uygun olmayan cilt kanseri hastaları için başlatılan uluslararası katılımlı klinik araştırmaya Türkiye'de sadece 1 hasta katıldı. Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Cebeci Hastaneleri Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Demirkazık, cilt kanserlerinin ''malin melanom'' ve ''melanom dışı cilt kanserleri'' olmak üzerek iki grupta incelendiğini söyledi.

Demirkazık, yaygın metastaz yapabilen, ciltteki benlerden kaynaklanan malin melanomun çok tehlikeli olduğunu belirtti. Melanom veya melanom dışı cilt kanserlerinin erken evrelerinde tedavinin cerrahi olduğunu ifade eden Demirkazık, kemoterapi ve benzeri ilaç tedavilerinin ise hastalığın yaygın olması veya nüks etmesi durumlarında söz konusu olduğunu anlattı.

Demirkazık, yurt dışında bu yöntemlerin dışında ''aşı'' tedavisinin en az 20 yıldır yapıldığını belirti. Tedavinin ''hazır aşı'' veya ''kişiye özgü geliştirilen aşı'' şeklinde 2 türlü uygulanabildiğini dile getiren Demirkazık, ''Aşı tedavisi, araştırma amacıyla yapılan bilimsel çalışmalardır ve nüks olmuş melanom başta olmak üzere bazı kanser türlerinde Türkiye'de de seyrek olarak uygulanabilmektedir'' dedi.

Demirkazık, hazır aşıların ticari amaçlı üretilmediği için piyasada bulunmadığını, ancak bilimsel araştırma amaçlı olarak hastanelerde kullanıldığını vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Kişiye özgü üretilen aşılar, hastanın kendisinden üretiliyor. Bu aşı için, öncelikle tümörün metastaz yaptığı bölgeden biyopsi alınıyor ve hastadan afrez cihazı ile alınan kan örneği birlikte laboratuvara gönderiliyor. Kanın içerisindeki bağışıklık hücreleri ile tümör hücresi, özel bir ortamda bir araya getirilerek, bağışıklık hücrelerinin tümörü tanıması sağlanıyor. Ardından tümörü tanımış bağışıklık hücreleri, tümörden arındırılarak hastaya geri veriliyor.''

Uygulama ile bağışıklık hücrelerinin, tümörü düşman olarak algılayıp, vücudu tümörden temizlemesinin amaçlandığını belirten Demirkazık, ''Dünyada yapılan denemelerde, aşı uygulamasının hastanın vücudundaki tümörleri yüzde 20-25 oranında gerilettiği hatta bazılarında tamamen kaybettiği belirlendi'' dedi.

UMUT İÇİNDE BEKLEYEN HASTALAR İÇİN BİR KAYIPTIR
Demirkazık, şu anda Türkiye'de kişiye özgü aşı geliştirmeye yönelik klinik bir araştırma olmadığını, ancak cilt kanseri tedavisinde hazır aşı uygulamasının 2009 yılının Ağustos ayı içinde başlatıldığını anımsattı.

Demirkazık, araştırmanın ciltte nüks olmuş melanomlu hastalarda, kemoterapi tedavisi ile hazır aşı uygulamasını karşılaştıran bir klinik araştırma olduğunu bildirdi. Projede, ABD ve çok sayıda Avrupa ülkesinin yer aldığını anlatan Demirkazık, klinik araştırmaların Türkiye'de de İzmir, İstanbul, Ankara ve Antalya'da 4 merkezde yapıldığını söyledi ve uygulamaya ilişkin şu bilgileri verdi:

''Hastalara uygulanacak standart tedavi kemoterapidir. Bu araştırmada da kemoterapiyle aşı tedavisi karşılaştırılacaktı. Araştırma kapsamında, hastalardan birine standart tedavi olan kemoterapi, iki hastaya ise sadece aşı uygulanacaktı. Hastalar, bu iki tedaviden sadece birini alabilecekti. Hastanın hangi tedaviyi alacağı önceden bilinmeyecekti. Bu, internet aracılığıyla hasta kayıtlarının ve bilgilerinin yapıldığı uluslararası telefon bağlantısıyla hiç kimsenin müdahalede bulunamadığı sistem sayesinde otomatik belirlenecekti. Kişileri, yurt dışındaki çalışma merkezi ayarlayacak ve bize hangi tedavinin kime uygulanacağı bildirilecekti.''

"TÜRKİYE'DE KLİNİK ARAŞTIRMALAR İYİ ANLAŞILMIYOR"
Klinik çalışmaların Türkiye'de çok iyi anlaşılmadığı için çok az kişinin araştırmalarda yer aldığını belirten Demirkazık, ''Bilgilendirme ve bunun şu an beklemek dışında hiçbir müdahale yapılamayan hastalarımız için umut olduğunu belirtmemize ve yazılı-görsel basında duyurduğumuz halde üç merkez hiç hasta alamadı. Sadece biz 1 hasta alabildik. Eğer hasta başvuruları olsaydı, her merkez 4-5 hasta alabilirdi. Yani toplam 18 hasta alınmış olsa bunların 12 tanesi aşı, altı tanesi ise standart kemoterapi tedavisi alacaktı. Böyle olunca da Türkiye araştırmanın içinde sonuncu sırada yer aldı. Bu, hem bilim için hem Türkiye için hem de umut içinde bekleyen hastalar için bir kayıptır'' dedi.

Demirkazık, bu tür klinik çalışmaların hastalar için de bir fırsat ifade ederek, ''Bunlar piyasada para ile alınamayacak ilaçlardır. Hasta, tek bir kuruş ödemeden böyle bir imkandan yararlanabilmektedir. Çünkü, araştırma ilaçları henüz dünyada hiç bir ülkede ruhsatlı olmadığı için dışarıdan temin edilemez'' dedi.

Çocukları Yaz Hastalıklarından Koruyun

Bebek ve çocukların doğrudan güneş ışığına maruz kalmaması gerektiğini söyleyen Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Ebru Tuğrul Sarıbeyoğlu, çocuklara şehirde dolaşırken 15-30 faktör, deniz kenarında ise sudan ve kumdan yansıyan ışık nedeni ile 50 faktör güneş kremi sürülmesi gerektiğini söyledi.

D vitamininin çocuk gelişimi açısından önemli olduğunu hatırlatan ve D vitamini sentezi için direkt güneş ışığına ihtiyaç olduğunu belirten Dr. Sarıbeyoğlu, "Ciltte D vitamini sentezine yarayacak dalga boyundaki ışınlar camdan geçemediği için direkt güneş ışığı ile temas önemli. Ancak güneşin çok dik gelmediği saatlerde çocukların kol ve bacaklarının 20 dakika güneşe maruz kalması yeterli ışın almalarını sağlayabiliyor" dedi.

Dr. Ebru Tuğrul Sarıbeyoğlu, çocuklarda yazın sık karşılaşılan rahatsızlıklar ve tedavileri hakkında bilgi verdi ve merak edilen soruları şöyle yanıtladı:

SICAK ÇARPARSA BOL SIVI
"Sıcak çarpması uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmakla oluşuyor. Bu nedenle bebek ve çocukların doğrudan güneş ışığına maruz bırakılmaması gerekiyor. Aileler genellikle kemik gelişimlerine katkısı olması için uzun süre deniz ve havuz kenarında çocukların oynamasına, şiddetli güneş ışığının altında kalmasına izin veriyor. Oysa güneş koruyucu bile kullanılsa bebeklerin, çocukların uzun süre, şiddetli güneş ışığına maruz kalmaları sıcak çarpmasına neden olabiliyor. Çocukların özellikle deniz kenarında başlarında şapka ve üzerlerinde açık renkli giysilerle gölgede kalmaları önem taşıyor. Çocuklar gölgede bile olsalar yansıyan ışınlar nedeni ile hem güneş yanığı hem de sıcak çarpması riski altında oluyorlar.

GÜNEŞ ÇARPMASININ BELİRTİLERİ NELER?
Güneşe uzun süre maruz kalınması sonucu vücudun ısı dengesi bozulacağı için başlıca şu belirtiler ortaya çıkıyor:
• Şiddetli baş ağrısı,
• Bulantı,
• Kusma,
• Yüksek ateş,
• Şuur bulanıklığı, uykuya eğilim,

BUNLARI YAPIN
• Öncelikle çocuk serin bir yere götürülmeli,
• Vücudu sıkan giysiler çıkarılmalı,
• Başa, kasıklara ve koltuk altına soğuk kompres yapılmalı,
• Eğer bilinci yerindeyse, şiddetli kusma yoksa kaybedilen sıvı ve tuzu yerine koymak için bol sıvı (ayran, su, meyve suyu) verilmeli; seçilecek besinler sıvı şeklinde olmalı,

BUNLARI YAPMAYIN
• Çocuğun bilinci yerinde değilse veya şiddetli kusma varsa içecek verilmeyin,
• Alkol koklatmayın,
• Gazlı içecekler vermeyin,
• Katı gıdalar yemesi için ısrar etmeyin,

NE ZAMAN DOKTORA BAŞVURULMALI?
• Çocuğun bilinci yerinde değilse,
• Çok kusma varsa,
• Ateş düşürülemiyorsa,
• Ağızdan sıvı alımı mümkün olmuyorsa mutlaka doktora başvurmak gereklidir.

Tükenmişlik Sendromu

Denizli Devlet Hastanesi'nden psikolog Handan Hasırcıoğlu, 'tükenmişlik sendromu'nun kadınlarda duygusal tükenmişlik, erkeklerde ise duyarsızlaşma ve kişisel başarıdan düşme hissi olarak ortaya çıktığını belirtti.

Denizli Devlet Hastanesi'nde düzenlenen 'Tükenmişlik Sendromu' konulu konferansta konuyla ilgili bilgi veren psikolog Handan Hasırcıoğlu, "Bireyde ruhsal ve fiziksel açıdan enerjinin tükenmesi olarak ifade edilebilecek olan tükenmişlik kavramı; duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarıda düşme hissi olarak üç alt boyuttan oluşur" dedi.

"KADINLAR DUYGUSAL TÜKENMİŞLİK YAŞIYOR"
Psikolog Hasırcıoğlu, yapılan çalışmalara göre kadınların erkeklere göre daha fazla duygusal tükenmişlik yaşadığını, erkeklerde ise duyarsızlaşma ve kişisel başarıdan düşme hissinin yaşandığını söyledi. Psikolog Hasırcıoğlu, "Genç çalışanların, mesleğin ilk yıllarında beklentilerinin de yüksek olması nedeniyle daha fazla tükenmişlik hissettikleri ortaya konulmuştur. Kişisel başarıda düşme hissi yaşayan kişilerin ise daha uzun süredir çalışanlar olduğunu ortaya çıkmıştır" diye konuştu.

EĞİTİM ARTTIKÇA TÜKENMİŞLİK ARTIYOR
Eğitim düzeyi yükseldikçe tükenmişliğin arttığının gözlendiğini bildiren psikolog Handan Hasırcıoğlu, "Bu sonuç, eğitim arttıkça stres oluşturan durum ve sorumluluklarla karşılaşma olasılığının artması ile de açıklanabilir. Eğitim arttıkça bireylerin geleceğe yönelik kariyer beklentilerinin artması da bir stres kaynağı olarak görülebilir" şeklinde konuştu.

GERÇEKÇİ HEDEF VE BEKLENTİLER GELİŞTİRİLMELİ
Tükenmişliği önlemede bireylere önemli görevler düştüğünü belirten psikolog Handan Hasırcıoğlu, "Kişinin tükenmişliğin ne olduğunu ve belirtilerini bilmesi, kendi üzerinde yaşadığı durumu erken tanımasını ve çözüm aramaya yönelmesini sağlayacaktır. Bireyler işle ilgili gerçekçi hedef ve beklentiler geliştirmelidir. Kişilerin duygularını ve zorlukları paylaşmalarının, gerektiğinde yardım istemelerinin, sorunlar artmadan çözümde önemli bir kolaylık sağlayacağı bilinmelidir" dedi.

Botoks mu Yaptırmalı, Dolgu mu

Doğuştan gelen özelliklerin yanı sıra kişilerin karakterleri de, estetik ihtiyaçlarını belirleyen unsurlar arasında yer alıyor. Botoks ve dolguların doğru uygulamalarda büyük bir fark yarattığını belirten Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel, sert mizaçlı insanların kaşlarını çok çatmaları sebebiyle kaş arasında derin bir çizgi oluştuğunu, güleç mizaçlı insanlarda ise dudak kenarlarında ve göz çevrelerindeki çizgilerde geçen yıllarla beraber artış olduğunu söylüyor. Prof. Dr. Yücel, botoks ve diğer bir yöntem olan dolgunun aynı anda uygulanması sonucunda, bu tür karaktere bağlı oluşan kırışıklıklarda mükemmel sonuç aldıklarını anlatıyor. Prof. Yücel özellikle vücuttan yağ alınarak gerçekleşen dolguların ise pozitif sonuçlar verdiğine dikkat çekiyor.

Doğanın baharda yenilenmesinin ardından, kadınlar da erkekler de yaza yenilenmiş olarak girmeyi önemsiyor. Bu yenilenmeye yardımcı olarak Botox ve Dolgu işlemine müracaat ediyorlar. Botoks işleminin çok uygun dozlarda, yüz anatomisi iyi incelenerek yapılması önem taşıyor. Sürekli kaşlarını çatan bir görüntüye sahip bir kişinin emin olun alnında ve kaş aralığında yatay ve dikey onlarca çizgi oluşur. Ya da zamanın göz kenarlarında oluşturduğu kırışıklıklar da yine botoksa davetiye çıkarıyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Prof. Dr. Akın Yücel, botoks ve dolgu ile ilgili bilinmeyenleri aydınlattı.

Dünyada estetik ve cerrahi operasyonlar üzerine bilgisi sınırlı olanların dahi ilk sırada söyledikleri uygulamaların başında botoks geliyor. Dünyada neredeyse 500 milyon kişinin tercih ettiği bu uygulamalar doğru kullanıldıklarında kişiler üzerinde büyük bir farklılık yaratıyor. Hem güzellik hem de sağlık açısından yararlı olan botoksun yanı sıra, dolgular da insanların kendileri ile barışık ve güzel bir şekilde yaşamalarına olanak tanıyor.

Botoks ve dolguların doğru ve birlikte kullanıldıklarında memnun edici sonuçlar bıraktığını belirten Prof. Dr. Yücel konu ile ilgili olarak görüşlerini paylaştı.

BOTOKS NEDİR?
Botoks genellikle alında, kaz ayağı ve kaşları çatınca ortaya çıkan çizgiler ve gerdan (dekolte) bölgesi için kullanılan, temel amacı kırışıklıkları ortadan kaldırmak kullanılan bir uygulamadır. Dünyaya tanıtıldığı 1989 yılından bu yana en popüler cerrahi olmayan estetik operasyonların başında gelen bu uygulama, dünyada milyonlarca kişi tarafından kullanılmakta özellikle 40-59 yaş arası kadın ve erkekler arasında tercih edilmektedir. Botoks kırışıklıklarda iki yönlü olarak kullanılır. Birincisi, botoks kırışıklığa sebep olan kası gevşetir, ikincisi ve daha da önemli olanı, kas gevşedikçe, kişi bu kası kullanarak kırıştırma alışkanlığını bırakır. Botoks böylelikle kırışıklıkların daha da ileri boyutlara ulaşmasını engeller. Botoks’un son zamanlarda kullanımlarına eklenen bir başka bölge ise koltuk altıdır. Özellikle fazla terleyen ya da fiziksel işler ile uğraşanlar için bir kurtarıcı olan botoks, bölgeye uygulanarak koltuk altı ve elde, hatta ayakta oluşan terlemeleri önler. Kısacası botoks, hem güzellik hem de sağlık için çok önemli olan bir uygulamadır. Kamuoyunda oluşan bu operasyon üzerindeki kötü şöhret ise maalesef yanlış, aşırı ve ehliyetsiz uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

BOTOKSUN KALICI OLMASI İÇİN NE YAPMAK GEREKİR?
Botoks genelde 4 ay sabit kalır, ancak 4-6 ay arasında etkisi hafif hafif azalmaya başlar. 6 ayda bir botoks yaptırmak uygun olabilir. Güneşten korunma önlemlerinin alınması ve nemlendiricilerin kullanılması fazla kırışıklıkların olmasına engel olabilir. Aynı zamanda bu önlemler yapılan botoks işleminin de süresinin ömrünün uzun olmasını sağlar.

BOTOKS YÜZÜN HANGİ BÖLÜMLERİNE UYGULANABİLİR?
Botoks faklı bölgelere uygulanabilir. Genellikle yüzün üst bölgesine, kaz ayağı kırışıklıklarına, kaş arasındaki dikine çizgiler ve alındaki yatay çizgilere uygulanır. Kaş arasında 5-7, alında 4 noktaya, göz kenarında 2-4 noktaya enjekte yapılabilir.

BOTOKS SONRASI MİMİK HAREKETLERİ KAYBOLUR MU?
Bazı mimiklerde kaybolma olabilir. Eğer çok miktarda enjeksiyon yapılmışsa, mimik kaybına neden olabilir, bu daha çok alın ve kaş bölgesinde görülür. Kaş çatma hareketi pek yapılamaz, alın bölgesinde de kaşları kaldırma hareketi yapılamaz. Göz çevresinde hareket sınırlılığı olmaz, çünkü botoks dış köşeye yapılır. Göz kapağı gibi noktalara botoks yapılmadığından o bölgedeki hareketlerde sınırlama olmaz.


BOTOKS KIRIŞIKLILARA HEMEN ETKİ EDER Mİ?
Botoks uygulandıktan 2 – 3 gün sonra etkisini gösterir. Üçüncü hafta yüz tamamen kendine gelir. Genellikle 1 hafta sonra hastalarımızı kontrole çağırırız. Botoksun etkisi ise 4-6 ay sürer.


BOTOKS ACI VEREN BİR İŞLEM MİDİR?
Botoksun ağrısı olabilir ama bu ağrı dayanılmayacak kadar kötü değildir. Hastaya lokal anestezi ya da uyuşturucu kremler de yapılarak, ağrı en az seviyeye indirilir. Botoks, can yakıcı bir işlem değildir. Sonrasında da ağrı hissedilmez.

ESTETİK DOLGU MALZEMELERİ NEDİR?
Yüzümüzde sarkma sonucu oluşan çizgilerin ve derin kırışıklıkların, yaşlanmaya bağlı oluşan çökmelerin (gözaltında, yanaklarda vb.), ciltteki bazı çukur bölgelerin (yara izi, sivilce izleri gibi) doldurulması ve dolgunluk sağlanması; bazen de kontür düzeltilmesi (dudakların daha canlı kıvrımlı ve dolgun görünmesi gibi) amacıyla cilt altında kullanılan malzemelere dolgu malzemeleri diyoruz. Bunlar, kişini kendisi yağ dokusu olabileceği gibi, çok çeşitli kimyasal maddelerden üretilen ve piyasaya sunulan ürünler olabilir. Vücudun kendi yağ dokusu dışında yabancı maddelerin vücut içine enjekte edilmesi pek çok sakınca doğurabileceğinden, birkaç çok güvenilir ürün dışında (kollajen, hyalüronik asit gibi) tercih edilmezler.

NİÇİN KENDİ DOKUMUZ EN UYGUN DOLGU MALZEMESİDİR?
Yüz kırışıklarının veya çökme, sarkmalarının tedavisinde kullanılan diğer dolgu malzemeleri (kollejen, enjekte edilen silikon, dikiş materyalleri gibi) zaman zaman alerjik reaksiyonlara yol açabiliyor, enfeksiyon riskleri yağ ve doku kokteyline oranla çok daha fazla olabiliyor. Ayrıca bazı dolgu maddeleri ile son derece kötü, doğal olmayan sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Yağ enjeksiyonlarından sonra alerjik reaksiyonlar görülmez. Enfeksiyon riski çok düşüktür. Bu nedenlerle pahalı ve enfeksiyon, apse oluşumu, yara açılması gibi istenmeyen pek çok sonuçlar doğurabilen yapay dolgu malzemelerinin yerine cerrah ve hastaların biyolojik dolgu malzemelerini tercih etmeleri önemlidir.

ESTETİK DOLGU MALZEMELERİNİN ETKİSİ NE KADAR SÜRER?
Vücuttan alınan yağlar ile yapılan dolgularda 3 ay sonrasında bile yağlar hala duruyorsa, hayat boyunca duracağı anlamına gelir. Ama yağ erimişse yağ enjeksiyonunu tekrar yapmak gerekir. Özellikle yağ enjeksiyonları verilen bölgede küçük fark olur. Örneğin çene ucuna enjeksiyon yapılıyorsa, bunun kalıcı olma durumu daha fazladır. Çünkü çene kısmında kemik üzerine dolgu verilir, kemik üzeri dokular hareket etmez; bu da kalıcı olmasını sağlar. Elmacık kemikleri de bu şekildedir. Ancak dudağa verilen yağları tekrar etmek gerekir.

HANGİ ESTETİK OPERASYONLARDA DOLGU MALZEMELERİ VERİLİR?
İlk zamanlarda dolgu maddeleri kırışıklıklarda kullanılırdı. Son zamanlarda ise bu konuda ciddi değişiklikler oldu. Dolgu maddelerini yüzün şeklini değiştirmek için kullanıyoruz. Yüzde zaman içinde kaybolan dolgunluğunu yerine koymak için dolgu malzemelerinden faydalanıyoruz. Gözaltı, üstü ve yanaklarına dolgu işlemi uyguluyoruz. Bu bölgeler zamanla inceliyor ve kayboluyor. Bu dolgunluk kaybını yerine koymak gerekiyor. Şu andaki dolgu maddelerinin kullanmaktaki temel amaç, yanakları, gözaltını doldurmak, göz çevresi ve yüze daha genç ve dinamik bir ifade verebilmektir.

ESTETİK DOLGU MALZEMELERİ YENİLENEBİLİR Mİ?
Eğer fabrikasyon üretim bir estetik dolgu malzemesi ise yenilenmesinde sakınca yoktur. Fabrikasyon dolgu maddesi bir şekilde sona ereceği için ve hasta yapılan dolguyu beğenmişse, aynı şekilde devam etmek mümkündür. Beğenmediği durumlarda ise, hasta yaptırmamayı tercih edebilir. Vücuttan yağ enjeksiyonu alınıp yapılan ameliyatlarda tekrar edilebilir.

ESTETİK DOLGU MADDELERİNDE ÇÖKMELER YAŞANABİLİR Mİ?
Fabrikasyon olan dolgu maddelerinde erime ve çökmeler mutlaka yaşanır. 4 aylık, 8 aylık, 1 ve 5 senelikler fabrikasyon dolgu maddeleri bulunmaktadır. Ama bunların her biri zamanı geldiğinde erirler. Erken erime gibi bir durum genellikle olmaz. Vücuttan yağ alınıp enjekte edildiği durumlarda ise yüzde 70 civarında kalıcılık vardır. Yağ enjeksiyonları, 3 ay bozulmadan vücutta kalırsa, hayatın sonuna kadar kalma ihtimali vardır.

DOLGULARIN BOTOKSTAN FARKI NEDİR?
Enjekte edilebilir dolguların botokstan farkı; kalınlık (sıklık) ve uzun ömürlülük ile ilgilidir. Genel olarak dolgu ne kadar sıkıysa kırışık o denli doldurulacaktır, ancak bu tümseklik (bump) ihtimalinin artmasına yol açacaktır. Özellikle bu tür pütürlüklerin düşük göz kapakları ve kaz ayağı gibi daha ince deride görülme ihtimalleri yüksektir. Bundan dolayı bu noktalarda uygulanacak dolgular işlev anlamında başarılı olurken estetik açıdan iyi görünmeyecektir. Bu bölgelerde sıklığı en az olan Zyderm ve Restylane dolguları kullanılabilir, ancak bunların kullanım süreleri kısa olacaktır. Dolgular ayrıca yüz yapısını korumak için farklı kullanımlara sahiptir. Bu kullanımlardan başlıcaları:

Sivilce izlerini doldurmak
Çene kemiklerini daha dolgun ve kesin göstermek
Dudak genişletmek
Dudak asimetrisi ve deformasyonlarını ortadan kaldırmak
Ameliyatsız burun operasyonlarında –özellikle burun kemerinde- kullanmak
Koyu renkteki gözaltı torbalarını ortadan kaldırmak

HEM BOTOKS HEM DE DOLGULARI NE ZAMAN KULLANMALIYIZ? HER İKİSİNİ AYNI ANDA UYGULAYABİLİR MİYİZ?
Eğer sadece belli kaslarımızı sıktığımızda kırışıklıklar oluyorsa botoks tercih edilecek uygulama olacaktır. Özellikle alın çizgileri ya da yüzdeki kasların bilinçli sıkılması ile oluşan çizgiler en yaygın görülen operasyon bölgeleridir. Herhangi bir kası sıkmaksızın oluşan kırışıklıklar içinse dolgular kullanılmalıdır. Eğer kırışıklıklar devamlı gözüküyorsa ve kaslarımızı sıktığımızda bu kırışıklıklar daha da ilerliyorsa, hem botoks hem de dolgular kullanılmalıdır.

Sıcaktan Soğuğa Ani Geçiş Yapmayın

Klimaların belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş ısısını düşürerek kullanılması, klima temizliği ve bakımına önem verilmesi gerektiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hişam Alahdab, klimaların bilinçsiz kullanılması durumunda üst solunum yolu hastalıkları, gribal enfeksiyonlar ve yüz felci gibi hastalıklara yakalanma riskinin arttığına dikkat çekti.

Yazın insan vücudu sıcak havayla bağlantılı ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarından kendini terleyerek korumaya çalışır, fakat bazı durumlarda bu terleme refleksi yeterli gelmez ve sağlık sorunları ortaya çıkar. Sıcağa bağlı sağlık sorunlarının temel nedeni vücudun aşırı sıvı ve mineral kaybına uğramasıdır. Aşırı sıvı kaybından dolayı susuz kalan vücutta; baş ağrısı, halsizlik, ağız kuruluğu, baş dönmesi, dengesizlik ve mide bulantısı olabilir. Daha ileri aşamalarda kan basıncı düşmesi, yüksek ateş, baygınlık ve bilinç kaybı ile şok durumu oluşabilir. Sıcaktan korunmaktan için kullanılan klimalar en hızlı ve etkili yöntemlerden biridir ancak bilinçli kullanılması son derece önemlidir.

SICAK ORTAMDAN SOĞUK ORTAMA GEÇERKEN DİKKAT!
Sıcakların iyice kendini hissettirdiği bu günlerde klima ile serinlemek isteyenleri uyaran Dr. Hişam Alahdab “Aşırı sıcak ortamdan hızlı bir şekilde soğuk ortama geçmek bazı hastalıkların riskini ciddi anlamda arttırıyor. Bu hastalıklar arasında klimalar ve soğutma sistemlerinde küf mantarların, bakterilerin ve tozların birikmesine bağlı nefes darlığı, astım, alerjik nezle ve alerjik zatürree sayılabilir. Alerjik hastalıklar dışında, bazı viral ve bakteriyel hastalıkların özellikle bakımı yapılmayan veya eskiyen klimalar ve merkezi soğutma sistemlerinden bulaşabildiği biliniyor. Bununla birlikte uygun olmayan havanın solunması sonucu ateş, baş ve kas ağrıları ve halsizlik gibi gribal enfeksiyonel hastalıklara da yakalanma ihtimali artıyor” dedi

KLİMA BAKIMINI İHMAL ETMEYİN
Klima kullanırken birkaç önemli noktaya dikkat edildiği takdirde hastalık riskinin azalacağını belirten Dr. Alahdab “Klimanın ayarını aniden en soğuk konuma getirmek yerine derecenin belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş düşürülmesiyle vücudun ısı değişikliğine adaptasyonu daha kolay olur. Örneğin dışarıda sıcaklık 35 derece ise klima çalıştırılacak ortamda sıcaklık, aralıklarla 5`er derece düşürülmeli ve son olarak 25 derecede sabitlenmelidir. Buna ek olarak klimanın düzenli olarak bakımı ve temizliği yaptırılmalı, doğru kullanım konusunda hassas olunmalıdır” diye konuştu.

Depresyon Bunama Riskini Artırıyor

ABD'de yapılan iki araştırma sonucuna göre, depresyon geçiren kişinin demansa yakalanma (bunama) olasılığı daha fazla.

Ancak bilimadamları, bu iki hastalık arasında bağlantı olsa da doğrudan bir ilişkiden sözedilemeyeceğini vurguluyor.

Massachusetts Üniversitesi'nden Dr. Jane Saczynski tarafından yapılan ilk araştırmada, 949 yaşlı 17 yıl boyunca takip edildi ve bu zaman zarfında bu kişilerden 164'ü bunamaya yakalandı. Depresyon geçirenlerin yüzde 22'sinde bunama da görüldüğü, bunayanların yüzde 17'sinin ise daha önce depresyon geçirmediği belirlendi.

ABD'de 1239 kişi arasında yapılan diğer araştırmada ise, araştırmaya katılanların geçirdikleri depresyon sayısıyla bunama arasındaki ilişkiye bakıldı. Bunun sonucunda, bir kişi ne kadar çok depresyon geçirirse bunama riskinin o kadar fazla olduğu saptandı.

Araştırma sonucunda, iki veya daha fazla depresyon geçirenlerde bunama riskinin neredeyse iki kat arttığı belirlendi.

İlk araştırmayı yapan Saczynski, "Depresyonunun doğrudan bunamaya yol açıp açmadığını kesin olarak bilinmese de, depresyonun bunama riskini artırabildiği bazı durumlar var" dedi.

DAHA FAZLA ARAŞTIRMAYA İHTİYAÇ VAR
Saczynski, bir kişi depresyona girdiğinde beyin dokusunda oluşan yangının bunamaya yol açabildiğini, beyinde depresyonla birlikte artan bazı proteinlerin de bunama riskini artırabildiğini kaydetti.

Bilimadamları, iki hastalık arasındaki kesin bir bağlantı kurmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunun da altını çizdi.

Araştırma, American Journal of Neurology dergisinde yayınlandı.

Yaz Olunca Midenize Ne Oluyor?

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Serdar Akça, beslenme ve yaşam tarzı ile ilgili alışkanlıkların mevsimlere göre değişmesine dikkat çekerek yaz aylarında mide sorunlarının yaşanmaması ve sağlıklı kalmak için önerilerde bulundu.

Yaz aylarında kronik mide rahatsızlıklarının ve mide şikayetlerinin sıklığında bir artış olmamaktadır. Aksine, mide ve on iki parmak bağırsağı ülserlerinin sıklığında azalma görülmektedir.

Ancak yazın gelişi ile birlikte beslenme ve uyku düzenindeki değişiklikler, eğlence yaşamı nedeniyle artan alkol kullanımı, bazı mide sorunlarına neden olmaktadır.

Yaz sıcaklarında; bebekler, yaşlılar ve kronik hastalığı olan kişilerin susuz kalmaması ve sıcaktan korunması gerekir. Aşırı sıcaklarda bedensel aktivite ile çalışmak zorunda kalanların sıvı ve elektrolitler yönünden sebze, meyve ağırlıklı beslenmeleri ve susuz kalmamaları çok önemlidir.

Yaz döneminde ortaya çıkan mide rahatsızlıkları, alışkanlıkların mevsime göre değişmesinden kaynaklanmaktadır.

• Tatil öncesi yaza daha formda ve kilo vermiş olarak girme kaygısı ile yapılan dengesiz diyetler sonucu; hazımsızlık, ülser, gastrit ve reflü gibi hastalıklar ortaya çıkmaktadır.

• Yazın geç saatlere kadar ayakta kalma ve uyku saatlerinin değişmesi, gece geç saatlerde yeme yemek alışkanlıklarını da beraberinde getirmektedir. Uyumadan çok kısa bir süre önce yenen yemekler; hazımsızlık ve reflüye neden olmaktadır.

•Artan hava sıcakları nedeniyle sıvı alım ihtiyacının artması ile vücudu serinlettiği düşünülen gazlı ve buzlu içeceklerin kontrolsüz olarak tüketimi; hazımsızlık, gastrit, reflü gibi şikayetlre yol açmaktadır.

•Alkol alma alışkanlıkları da yaz tatili ile birlikte değişmektedir. Tatilde alkol tüketiminin artması; reflü, ülser, gastrit gibi hastalıklara zemin hazırlamaktadır.

•Yaz sıcakları nedeniyle uygun koşullarda saklanmayan besinlerin daha kolay bozulması ve bunlara bağlı gıda zehirlenmeleri ile ishal ve hazımsızlık gibi sorunlar daha sık görülmektedir.

Yaz aylarına özgü ortaya çıkan mide rahatsızlıklarına karşı mide koruyucu önlemler alınması gerekir. Ancak bu önlemler sadece mevsimsel değil, kişilerin mide sağlığı için ömür boyu uyması gereken genel kurallardır.

Yaz sıcaklarında mide sağlığınızı korumak için neler yapmalısınız?

•Bilinçsiz ve dengesiz beslenerek diyet yapmayın, tek yönlü beslenmeyin, yaz aylarında beslenmenizde sebze ve meyve ağırlığını artırabilirsiniz, susuz kalmayın. Diyetisyeninizin önerilerine uyun.

• Az az, sık sık ve iyi çiğneyerek yemek yiyin. Yemek yediğiniz zaman midenizi tam olarak doldurmayın. Sofradan tam olarak doymadan kalkın. ‘Doydum, daha fazla yiyemeyeceğim’ diyorsanız, midenize fazla yük yüklemişsiniz demektir. Yatmadan önce yemek yemeyin.

•Sigara içmeyin, tatilde alkol miktarını artırmayın ve minimum düzeyde tüketin.

• Aşırı soğuk, aşırı sıcak, aşırı baharatlı, aşırı yağlı, aşırı salçalı yiyecek ve içeceklerden uzak durun.

• Genel temizlik ve hijyen kurallarına uyun.

• Kronik rahatsızlıklarınız varsa özel diyetinizi ihmal etmeyin ve ilaçlarınızı düzenli olarak alın.

• Stres ile başa çıkma yollarını deneyin, düzenli bedensel aktivite yapın, gerektiği kadar dinlenin.

Anne Adayının Yaptırması Gereken Testler

Gebelik boyunca yapılan testler hem anne adayının hem bebeğin sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Bu nedenle her hamilenin rutin gebelik testlerini yaptırmasında yarar var. AHEF (Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu) Başkanı Dr. Hamza Gemici gebelik süresi boyunca anne adaylarının yaptırması gereken testleri anlattı.

Gebelik takibinde uygulanan testler; gebelik öncesi ve gebelik dönemindeki testler olarak iki grupta toplanabilir.

Gebe Kalmadan Önce Yapılması İstenen Testler Nelerdir? (Gebelik öncesi testler)

Annenin ve babanın kan grupları bilinmelidir. (Anne Rh-, Baba Rh+ ise Rh uygunsuzluğu
Enfeksiyon tarama testleri.
TORCHS ( TOxoplasma, Rubella, Cytomegalovirus, Herpes, Sifilis)
Bu enfeksiyonlar gebelik sırasında geçirilirse bebekte anomaliler meydana getirebilir.

Gebelik Döneminde Yapılması İstenen Testler Nelerdir?

1- Tansiyon gebenin her takibinde ölçülmeli. Elde ve ayakta ödem varlığı muayene edilmelidir.

2- Kilo takibi (Sabah evde aç karnına)

3- Karın büyümesinin değerlendirilmesi

4- Gebelik tespiti testleri:
İdrarda ve kanda HCG hormonunun tespiti ile yapılır. Kanda; adet gecikmesini beklemeye gerek kalmadan sonuç alınır.İdrarda; gecikmeden 3 ile 10 gün arasında sonuç alınır.

5- Kan ve İdrar tetkikleri:
Kan tetkiki ile kansızlık ve kanla ilgili diğer konular, idrar tetkiki ile idrar yolları iltihabı ve diğer konular tespit edilir.

6- Ultrason ile gebelik takibi:
Gebelik haftasının ve son adet tarihini (SAT) hatırlamayan annelerde erken ultrason ölçümü ile SAT belirlenebilir. Anne karnındaki çocukta anomali tespiti, toplumda zeka geriliğiyle bilinen Down Sendromu’nun tespitine yardımcı olarak kullanılabilir. Özellikle beyin ve omur gelişim bozuklukları, çocuğun gelişim bozuklukları (Ölçümlerle gebelik haftasının uyumu) tespit edilebilir.

7- Kan uyuşmazlığı testi

8- İkili Test:
11. ve 14. haftalar arasında yapılır. Ultrasonla bebeğin ense pilisi kalınlığı belirlenir. Kanda da iki ayrı madde ölçümü ile Down Sendromu riski belirlenir.

9- Gebelik Şekeri Taraması:
24. ile 28. haftalar arasında şeker yükleme testi (50 - 100gr olarak → OGTT)

10- Karaciğer, böbrek, tiroit fonksiyonlarını gösteren testler kan alınarak yapılır. Böylece düzenli çalışıp çalışmadıkları kontrol edilir.

11- Doppler Ultrasonografi:
20. ile 24. haftalar arasında yapılır.

12- Üçlü Test:
16. ile 18. haftalar arasında yapılır. Kanda 3 hormon test edilir. Down Sendromu, Nöral Tüp Defekti gibi anomalilerin tespitini sağlar.

TESTLERİN SAĞLADIĞI YARARLAR NELERDİR?
Anne - baba adayları bu testlerden elde edilen sonuçların yardımıyla gebelikte karşılaşabilecek sorunlardan haberdar olabilirler ve erken önlem alabilirler. Her şey yolunda ise sağlıklı bir gebelik süreci geçireceklerini ya da geçirmekte olduklarını bilmelerinin rahatlığıyla doğumu beklerler.

Kan grupları tahlili → Rh uyuşmazlığı (Kan uyuşmazlığı)
İdrar tahlili → İdrar yolu iltihabı, böbrek taşı-kum tespiti, şeker tespitiyle şeker hastalığı tayini. Protein tespiti ile Preeklampsi (Gebelikte yüksek tansiyonla, idrarda protein olması. Vücutta özellikle ellerde ve yüzde şişme [ödem] ile belirti veren önemli bir hastalık) tespit edilir.
Enfeksiyon Tarama Testleri → Bebekte anomali yapabilecek hastalıkların gebelikten önce geçirilip geçirilmediği
Ultrason ile → Dış gebelik, çocuğun gelişimi, eşin durumu, düşük tehdidi
Şeker Yükleme Testi → Gebelikte şeker hastalığı var mı? Ona göre alınabilecek önlemler

GEBELİK TAKİBİ NASIL YAPILIR?
Bir gebenin, gebelik boyunca en az 4 kez izlem yapılması gereklidir. Doğru olan gebenin ayda 1 kez izlem yapılmasıdır.

Tetanoz aşısı 16. haftadan itibaren 2 doz halinde birer ay arayla yapılması gereklidir. Tetanoz aşısına gebelikten sonra da devam edilmektedir.
Bir gebe Aile Sağlığı Merkezi’ne her gelişinde kilo, tansiyon, nabız, ateş, ödem, TİT, anemi, varis, USG takip ve tetkikleri yapılır. Gebenin varsa gebelikle ilgili şikayetleri dinlenir.
12. haftadan sonra Dopplerle ÇKS dinlenimi ve karın büyümesi takip edilir. Yine 12. haftadan sonra hemogram sonucuna göre kan ilacı kullanılması istenir. Aile Sağlığı Merkezleri ücretsiz olarak gebelere Santafer Fort tablet dağıtımı yapar.

Vejetaryen Diyet Depresyona İyi Geliyor

İnsan yaşamını olumsuz etkileyen depresyona karşı çözüm yolları arayan bilim insanları, sebze ağırlı beslenmenin ruh sağlığına da iyi geldiğini ortaya koydu.

İtalyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, Tokyo'daki Ulusal Sağlık Merkezi'nce yapılan bir araştırma, sebzeler açısından zengin bir diyetin depresyona karşı koruyucu olduğunu gösterdi.

Araştırma sonuçları, meyve, sebze, mantar ve soya ürünleri açısından zengin bir diyet izlemenin, depresyon belirtilerinin azalmasında da etkili olduğunu ortaya koydu.

Yaklaşık 500 kişiden beslenme alışkanlıkları ve depresyon belirtileri ile ilgili bir form doldurmalarını isteyen bilim adamları, yaptıkları analiz sonunda beslenme modellerini, zengin bir kahvaltıya dayalı klasik Batı diyeti, hayvansal yağlara dayalı diyet ve sebzelerin ön planda olduğu diyet olmak üzere 3'e ayırdı.

Bu beslenme modellerini depresyon belirtileriyle karşılaştıran bilim adamları, sebzelere dayalı bir beslenme modeli izleyen katılımcılarda hastalık semptomlarının yanlış bir diyet izleyenlere göre yüzde 44 daha az olduğunu gözlemledi.

Araştırmanın amacının diğer beslenme modelleri ile depresyon arasında bir ilişki kurmak olmadığını, böyle bir eşleştirme yapmanın yanlış olacağını da belirten bilim adamları, havuç, kabak, mantar gibi sebzeler, soya peyniri, yosun, meyve ve yeşil çayı kapsayan Japon mutfağının depresyon oluşmasını engelleme olasılığı olduğunu gösterdiğini söyledi.

Kanser Karşısında Erkekler Daha Vefasız

Erkeklerin kansere yakalanması halinde boşanma oranı yüzde 3 iken, kadının hastalanması durumunda oran 7 kat artarak yüzde 21'e çıkıyor.

Çağın hastalığı olarak isimlendirilen kanser, insan yaşamı gibi evlilikleri de ciddi risk altına sokuyor.

İtalyan Corriere della Sera gazetesinde çıkan habere göre, Amerikalı bilim adamları, 2001-2006 yılları arasındaki 5 yıllık zaman diliminde gözetim altında tutulan 515 beyin tümörlü hastanın boşanma oranlarını inceledi.

Çiftlerden birinin kansere yakalanması durumunda boşanma ya da ayrılıkla sonuçlanan evlilik oranının yaklaşık yüzde 12 olduğunu kaydeden bilim adamları, özellikle kadınların hastalanmasının evliliğin geleceği açısından çok daha ciddi bir risk unsuru olduğunu gözlemledi.

Evli çiftlerde erkeklerin kansere yakalanması halinde boşanma oranının sadece yüzde 3 olduğunu belirleyen araştırmacılar, kadının hastalanması durumunda ise bu oranın 7 kat artarak yüzde 21'e yükseldiğini tespit etti.

Genç çiftlerin bu zorlu durumun üstesinden gelirken birlikteliklerini koruyabilme oranının, uzun zamandır evli olan, daha olgun çiftlere nazaran çok daha az olduğunu vurgulayan bilim adamları, ayrılığın hastayı ve tedavi sürecini olumsuz etkilediğine dikkati çekti.

Uzmanlar, bu tür bir durumla karşı karşıya kalan çiftlere psikolojik destek almalarını ve birbirleriyle korkuları, beklentileri ve gereksinimleri konularında konuşmalarını önerdi.

Şeker Stresi Azaltıyor

Uzmanlar, bir iş görüşmesine giderken ya da zorlu bir toplantı öncesi şekerli bir içecek içmenin stresi ortadan kaldıracağını belirtti.

İngiltere’deki New South Wales ve Queensland üniversitelerinde yapılan çalışmalarda şekerli içeceklerin stresi azalttığı tespit edildi.

Psikologlar, şekerli içeceklerin beyne enerji sağlayarak stres altındayken agresif davranışları önlediğini belirledi.

Uzmanlar, bir iş görüşmesine giderken ya da zorlu bir toplantı öncesi şekerli bir içecek içmenin stresi ortadan kaldıracağını belirtti.

Avustralyalı psikologlar, yaptıkları testlerle, şekerli içeceklerin sakinleştirici etkisi olduğunu kanıtlamıştı.

Bilgisayarlar, Çocuklar İçin Büyük Tehlike

Uzmanlara göre sokakta koşup oynayan çocuklar, bilgisayar başındaki yaşıtlarına göre daha uzun boylu ve sağlıklı oluyor. Bilgisayar ve televizyonun özellikle çalışan anne babaların çocukları için ciddi bir tehdit oluşturduğunu belirten uzmanlar, aileleri çocuklarının zamanlarını dışarıda geçirmesi yönünde uyarıyor.

Yaz tatilinde zamanını dışarıda koşup oynayarak geçiren çocukların, bilgisayar başında oturan yaşıtlarına kıyasla daha güçlü kemiklere sahip, daha uzun ve daha sağlıklı oldukları belirlendi.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Burcu Sönmez, aileleri çocuklarının yaz aylarında özgürce koşup oynamaları konusunda uyarıyor.

Dr. Sönmez, "Çocukların bilgisayar karşısında kiloları artar. Oysa zıplayıp koşarak oyun oynarlarsa kemik yapımları güçlenir. İskeletin yapıtaşı kemiklerdir. Kemiklerin de yaşayan diğer dokular gibi, yapım- yıkım döngüleri vardır: kemik bir yandan üretilirken, bir yandan da yıkılır. Çocukluk döneminde büyüme devam ettiğinden kemik yapımı, yıkım hızından fazladır.

Bu süreçte, kemiğin uyarılması sağlandığında büyüme destekleneceği gibi, kemiğin hiç uyarılmaması durumunda da büyüme daha yavaş seyreder" dedi.

Dr. Sönmez, yaz mevsiminde çocukların güneşten mümkün olduğunca yararlanmaları tavsiyesinde bulunarak, şunları söyledi:

"Güneş, tene değdiğinde D vitaminini aktive eder. D vitamini de böbrek ve bağırsaklardan kalsiyum emilini uyarır. Uyku sırasında salınan büyüme hormonu da devreye girince çocuklarımızda beklediğimiz "büyüme" en güzel şekli ile meydana gelir. Çocuklarımıza "Yemek, güneş, uyku" sloganı bu bilgilerle anlatılmalı, hatırlatılmalı ve bu sloganla birlikte onların bol bol oyun oynamaları ve hareket etmeleri teşvik edilmelidir. Tabii bu arada öğlen güneşinden sakınılması ve mutlaka uygun koruyucu kremler kullanılması gerektiği de unutulmamalı."

Çocuk Egzamasında Astım Riski

Uzmanlar, çevresel faktörlerin de etkisiyle son yıllarda artış gösteren atopik dermatitli çocuklarda, özellikle inek sütü, buğday, yumurta ve soyaya karşı yüzde 75-90 oranında reaksiyon gelişebildiği; büyük çocuklarda da yer fıstığı, fındık, ceviz, balık ve kabuklu deniz hayvanlarına karşı duyarlılık görülebildiği uyarısında bulundu.

Sağlık Bakanlığı Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Alerji Klinik Şefi Doç. Dr. İlknur Bostancı, atopik dermatitin çocukluk çağının en sık görülen kronik, kaşıntılı alerjik deri hastalığı olduğunu söyledi.

Atopik dermatitin, hayatın ilerleyen evrelerinde gelişecek diğer alerjik hastalıkların ilk belirtisi olabileceğine dikkati çeken Bostancı, ''Çocuklukta görülen atopik dermatit bulguları deri ile sınırlı kalmayıp, astım ve alerjik rinit (bahar alerjisi) diğer alerjik hastalıklar için yatkınlık yaratmaktadır. Deri bulguları geçse dahi hastalık iyi tedavi edilmediğinde çocukta ilerleyen dönemde diğer alerjik hastalıkların görülme riski yüksektir. Hastaların yüzde 50'den fazlasında astım, yaklaşık yüzde 75'inde alerjik rinit gelişebilmektedir'' diye konuştu.

Bostancı, atopik dermatitin görülme sıklığının son 30 yılda sanayileşmiş ülkelerde yaklaşık üç kat arttığını belirten Bostancı, atopik dermatitin, çocukluk döneminde yüzde 10-20, erişkin dönemde yüzde 1-3 oranında görüldüğünü, tüm vakaların yüzde 85'inde hastalığın 5 yaşından önce başladığını bildirdi.

Bostancı'nın verdiği bilgiye göre, hastalığın bulguları genellikle 6 ay ila 2 yaş arasında çıkıyor. Özellikle yüzde başlayıp, eklem yerlerinde, kulak arkasında ve gövdede de beliren kaşıntılı, kuru, kırmızı lezyonlar şeklinde görülüyor. Sıklıkla beyaz tenlilerin ciltleri son derece hassas oluyor.

Hastalığa ilişkin tedavi, bulguların görüldüğü deri üzerinde yapılıyor.

Genel önlem olarak hastalara pamuklu, bedeni sıkmayan ve rahat giysileri tercih etmeleri, aşırı sıcak ve nemden kaçınmaları, terlemenin azaltılması tavsiye ediliyor. Banyoda sabun yerine yağsız temizleyiciler kullanılması, elbiseler ve yatak çarşaflarının sabun tozu ile yıkanması, iyi durulanması, yumuşatıcı kullanılmaması öneriliyor.

DNA Yapısı Kanserde Etkili

DNA'sında "telomer" adı verilen bileşen kısa olan kişilerde kansere yakalanma riskinin daha fazla olabileceği belirlendi.

Amerikan Tıp Derneği'nin dergisinde yayımlanan, Avusturya'daki Innsbruck Üniversitesi'nden Peter Willeit ve ekibinin yaptığı araştırma, kromozomların uç kısmında bulunan telomerlerin kısa olmasının kanser riskiyle bağlantılı olabileceğini gösterdi.

Bilim insanlarının 10 yıl süren araştırmasına 787 kişi katıldı. Akyuvarlardaki telomerlerin uzunluğunu ölçen bilim adamları, araştırma devam ederken katılımcılardan 92'sinin (yüzde 11,7) kansere yakalandığını, bu hastalardan 44'ünün öldüğünü gördü.

Hastalardan telomerleri uzun olanlarda kansere yakalanma sıklığının az, kısa olanlarda fazla olduğu belirlendi. Ayrıca, kısa telomerlere sahip olanların kanserden ölme riskinin de uzun telomerlere sahip olanlardan 11 kat fazla olduğu görüldü. Araştırmacılar, telomerlerin kısalığının kromozomlardaki değişkenliğe bağlı olabileceğini, bu durumun da kanser riskini artırabileceğini belirtti.

Konuya ilişkin makale Fransız "Le Point" dergisinde de yayımlandı.

Danimarkalı bilim adamları daha önce telomerlerin uzunluğu veya kısalığına göre insanların ömrünün değiştiğini öne sürmüştü. Kromozomların uç kısmında bulunan telomer bölgeleri, her hücre bölünmesinde biraz daha kısalıyor ve belirli bir sayıda bölünme sonunda telomer uzunluğu kritik bir noktaya ulaşarak, hücrenin ''artık bölünmemesi gerektiği'' anlamında bir sinyal oluşturuyor.

Telomerlerin her yıl ortalama 21 nükleotid kısaldığı tahmin ediliyor.

3K İle Hem Tok Kalın, Hem Kilo Verin

Yaz mevsimi geldi ve hala forma giremediniz... İşte 3K formülü. Uzmanlar kiraz, kayısı ve karpuz...

3K ile hem tok kalıp, hem kilo verebilirsiniz.

Beslenme Uzmanı Sinem Paker, "Kiraz bağırsak hareketlerini arttırır vücuttan ödem attırıcı ve kanı sulandırıcı özelliği vardır. Karpuz ise hacimce yüksek ama kalori bakımından düşük bir meyve olduğu için tokluk hissi vermesinden dolayı tavsiye ettiğimiz bir meyvedir. Kuru kayısı ve taze kayısı ile bağırsak hareketleri arttırabilir." dedi.

Kiraz, karpuz ve kayısı, öğün yerine tüketildiğinde kilo vermeyi hızlandırıyor.

Sinem Paker, "Öğlen ve akşam yemeklerinde karpuz peynir ve ekmek tüketip, ara öğünlerde kiraz ve kayısı tükettiğimiz zaman kilo verme hızımızda biraz daha artış gözlenebilir." diye konuştu.

Ancak, uzmanlar, bu tür meyve diyetlerini iki haftadan fazla yapmayın uyarısında bulunuyor.